5 Nisan 2008 Cumartesi

Modernleşme Ve üç Tür Akıl




İhsan ELİAÇIK

Müslüman aklı bozacak olan Modernleşmenin sorunları değil; onu üreten aklın normlarıdır.

O normlara göre düşünmektir.

Yani varlığa hapsolan ve onu aşamayan akılla düşünmek...Vakıa Müslüman akıl geçmişte doğu aklına kayarak, varlıktan kopan akılla düşünür olmuştur. Bunun yarattığı sorunlar İslam dünyasını perişan etmişken, oradan tam bir savrulmayla modern akılla düşünmeye başlamak bir başka savrulmayı da getirecektir. Doğu aklını İslam aklı sanıp modern aklın karşısına koymak ise işin cabasıdır. Yani varlığa hapsolmanın karşısına varlıktan kopmayı koymak...

Modernleşme modus kökünden gelmekte olup "şu an" anlamında, zıddı trade ise "geride kalan" anlamındadır. Türkçe'ye de geçen "moda" kelimesi bir fikir verebilir. Şu anda yaygın olan, günümüzde geçerli olan anlamındadır. Bu durumda modernizm, modernleşme ile moda haline gelmiş görüşler, düşünceler, kurumlar, gelişmeler manasındadır. Modernleşme ile birlikte gelen ise esas itibariyle yaklaşık beş yüz yıldır insanlığın batı yakasında gerçekleşen alet üretme kabiliyetinin nedenleri ve sonuçlarıdır.

Alet üretmeye dayanan teknolojik sıçrama insanlık tarihi ile beraber seyretmekte olup, son beş yüzyıldır öncekilerden çok daha büyük bir icat patlaması yaşanmıştır. Bu patlamanın siyasi ve sosyal sonuçları, icatların yapıldığı batı toplumlarını ve oradan da tüm dünyayı sarsmıştır. Yeni aletler, makine, sanayi ve endüstri patlaması toplumları yeniden yapılanmaya zorlamış, batıda siyasi ve sosyal olarak İngiliz, Fransız ve Amerikan devrimleri patlak vermiş, modernite öncesi askeri tarım imparatorlukları bir bir tarihten çekilmiş, tarıma dayalı imparatorluklar çökmüş, makine ve endüstriye dayalı yeni imparatorluklar yükselmeye başlamıştır.

İşte modernleşme tarıma dayalı insanlık durumundan, endüstriye dayalı insanlık durumuna sıçrama yapmanın adıdır. Görülüyor ki yeni alet üreten toplumlar eski aletleri kullananları geride bırakmaktadır. Yeni, etkili ve hızlı aletler kullanmaya başlayan batılılar işin doğası gereği öne çıkmıştır. Doğu toplamları eski aletleri kullanmayı bırakıp, yeni aletleri üretme veya kullanmaya başlamaları ile kendi modernleşmelerini üretiyorlar veya modernleşmenin batıdaki sonuçları ile yüzyüze geliyorlar demektir.
Modernleşmenin sorunları ile yüzyüze gelmek ve bu sorunların hakim olduğu bir dünyada yaşamak modern akıl ile düşüneceğimiz anlamına gelmez. Zira akletme belli bir kültüre ait olan insanın, o kültürün normlarına göre düşünmesi demektir. Bir kültürün normları ile sorunları farklı şeylerdir. Örneğin Yunan felsefesiyle uğraşan Müslüman filozoflar Yunan aklını değil Müslüman aklı temsil etmişlerdir. İslam düşüncesinin çeşitli meseleleri ile meşgul olan müsteşrikler de İslam aklını değil modern aklı temsil ederler.

Bu durumda üç tür akleteme olduğundan bahsedilebilir.

Batı aklı, doğu aklı ve Müslüman akıl... Batı aklı Yunan'dan Haidegger'e kadar esasında "varlığa hapsolan akıl"dır. "Burada olan" (varolan) çerçevesinde düşünür ve onu aşacak bir kabiliyet göstermez. Doğu aklı ise Hind'den Agustinius'a kadar "varlıktan kopan akıl"dır. "Ötede olan" çerçevesinde düşünür ve burada olana (varlığa) nüfuz edecek bir kabiliyet göstermez. Birinde varlığa nüfuz eder ve fakat ona hapsolursunuz. Diğerinde ise öteye geçer ve fakat varolana nüfuz edemezsiniz.
Müsülüman akıl ise "varlığı aşan akıl"dır. Varlığa hapsolmamakla batı aklından, varlıktan kopmamakla da doğu aklından ayrılır. Ne ki çoğumuz doğu aklını Müslüman akıl zannederiz."Hapsolmak" içeriden çıkamayarak kendine gömülmektir. "Aşmak" içeriden gelerek daha öteye geçebilmektir. "Kopmak" ise bir içeriyi bir kenara bırakmak, hatta varsaymamak, hayal veya gölge olarak görerek tümden öteye yönelmektir.
Bu anlamda İslam'ın akılla değil; varlığa hapsolan veya varlıktan kopan akılla bir sorununun olduğunu söylemek mümkündür...

Şu halde din (İslam) modernleşmenin alternatifi veya zıddı değildir. Modernleşmenin zıddı, eski aletler, karasaban, köylülük ve tarıma dayalı ilişkilerdir. Dinin zıddı ise dinsizlik, ahlaksızlık ve inançsızlıktır. Şu halde modernleşmenin batıdaki tecrübesi dinsizlik, ahlaksızlık ve inançsızlıkla sonuçlanmışsa dinin (İslam'ın) itirazı bunlaradır. Modernleşmenin, yeni alet kullanmanın, makinenin, sanayinin, teknolojinin bütün toplumları bu hale getireceği, bunun kaçınılmaz olduğu iddiası ise temelsizdir. Bu durumda din (İslam) insanlığın herhangi bir aşamasında bocalıyor, insanın bizzat kendisi ile değil; ürettiği aletlerle uğraşıyor demektir. Bu aletleri, batılı tecrübe örneğini delil göstererek, onu her halde bozacağı varsayımından hareketle kırmaya ve yok etmeye yöneliyor demektir. Oysa kırılması gereken üretilen aletler değil; aletlerin bozduğu ahlak ve inançlardır. Bu bozulma eski devirlerde "karasabana" dalınarak olabileceği gibi yeni devirlerde "bilgisayara" dalınarak da yapabilir.

Müslüman aklı bozacak olan Modernleşmenin sorunları değil; onu üreten aklın normlarıdır. O normlara göre düşünmektir. Yani varlığa hapsolan ve onu aşamayan akılla düşünmek...
Vakıa Müslüman akıl geçmişte doğu aklına kayarak, varlıktan kopan akılla düşünür olmuştur. Bunun yarattığı sorunlar İslam dünyasını perişan etmişken, oradan tam bir savrulmayla modern akılla düşünmeye başlamak bir başka savrulmayı da getirecektir. Doğu aklını İslam aklı sanıp modern aklın karşısına koymak ise işin cabasıdır. Yani varlığa hapsolmanın karşısına varlıktan kopmayı koymak...

Batılılaşma kavramına gelelim... Modernleşmeyle gelen batıdaki üç büyük devrim, modernleşme gibi insanlığın tümünü değil batı toplumlarını ilgilendirmektir. Bu devrimlerin sloganları, söylemleri, din-devlet ilişkilerine getirdikleri yorumlar evrensel değildirler. Modernleşme batı kaynaklı bir insanlık sıçraması iken, bu devrimler batı kaynaklı fakat "batılı" sıçramalarıdır. Modernleşme insanlığın alet üretme kabiliyeti ile ilgili bir sıçrama olurken batılılaşma, modernleşmenin yeryüzünün batı bölgesindeki sonuçlarını esas almak, bu sonuçları yeryüzünün diğer bölgelerine taşımaya kalkmaktır. Modernleşmenin diğer bölgelerde de aynı sonuçları doğuracağını, bunun teknolojinin tabiatı gereği kaçınılmaz olduğuna inanmaktır. Halbuki batı dışındaki modernleşmeler batıdaki gibi sonuçlanmayabilir.
Avrupalılaşma ise Avrupa ülkelerini örnek alma, onlar gibi olmaya çalışma, Avrupacılık bu çerçevede Avrupa ülkelerinin çıkarlarını kendi çıkarları ile örtüştürme, Avrupa ülkelerinin geleceğine dahil olmaya çalışarak, onların kaderi ile kendi kaderini aynı görmek demektir.

Sekülerleşme de batıdaki üç büyük devrimin varlığa hapsolan tasavvurunu, laikleşme de din-devlet ilişkilerine kendince getirdiği çözümü esas almak demektir. Her ikisi de esas itibariyle Hristıyanlığın Katolik yorumuna tepki biçimlenmesi sonucu doğmuştur. Katoliklik tam bir doğu aklıyla (ki doğu burada coğrafi bir kavram değildir) dünyayı aşağılamakta, kilise dışındaki tüm dünyanın şeytanın egemenliği altında olduğuna inanmaktaydı. İnsanların şeytanın egemenliği altındaki bu dünyadan, Tanrı'nın evine, kiliseye sığınarak kurtulabilirlerdi. Keza kilise aynı zamanda dünyada Tanrı'nın temsilciliğini yapmaktaydı. Avrupa'nın tüm devletleri İtalya'nın başkenti Roma'daki Katolik Kilisesi'nin emperyal misyonunu tanımalı ve Tanrı Devleti'ne boyun eğmeliydiler.

İşte sekülerleşme ve laikleşme bu iddialara karşı tepki biçimlenmesi olmaktadır. Buna göre de dünya papazların iddia ettiği gibi aşağılık ve kötü bir yer değildir. Bu dünyada Tanrı'yı temsil eden bir kurum yoktur. Devlet kendi doğal devinimi içerisinde insanların ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş bir kurumdur. Kilise'nin dünyayı ve devleti kendi sorgulanmaz ve tartışılmaz din
kurallarıyla yönetme iddiası akıl dışıdır. Sırf din adamı olmak, yani papaz olmak kimseye devleti yönetme yetkisi vermez. Bu yetki doğrudan halktan gelir.

Görülüyor ki sekülerleşme ve laikleşme iddiası İslam söz konusu olduğunda geçersizdir. Çünkü İslam zaten dünyayı aşağılamamakta, devleti sırf din adamları sınıfının yönetmesi gerektiğini söylememektedir. Bilakis İslam'ın dinler arasında yaptığı en büyük devrimlerden birisi de din adamları sınıfını yok etmesidir. İnsanlar ile Tanrı arasında bir aracı kişi, gurup, kurum vs. yoktur. İslam, dünyevi yüzü de olan bir dindir. Yani doğu aklı gibi varlıktan kopmaz ve fakat onu aşar. Seküler laiklerin endişeleri İslam açısından geçersizdir. Hiristiyan Katoliklik için geçerli bu düşüncelerden etkilenerek İslam'ı Hiristiyanlık yerine koymaya kalkışmak sapla samanı birbirine karıştırmak olur.

Esasında özellikle Türkiye'de batı kültürü almış geniş bir kesim, Fransız laik jakobenliğinin etkisiyle karşılarında Fransız Katolik Kilisesi var olduğunu sanıyor. İslam hakkındaki bilgileri ve kültürleri ne yazıkki en esgari düzeydedir. İslam'ın ne "din devleti" ne de "laik devlet" önermediğini, çok daha başka, her ikisinden de ileri bir din-devlet ilişkisi önerdiğini görmeleri için, İslam'ı yeni bir gözle okumaları gerekmektedir. Zira varlığa hapsolan akıl ile varlıktan kopan aklın miadı dolmuştur. Varlığı içererek aşan akıl ise günyüzüne çıkmayı beklemektedir. Eğer Müslümanlar doğu aklının etkisinden kurtulup, batı aklına da kendilerini kaptırmazlarsa...