1 Şubat 2008 Cuma

HAYA/T PERDESİNİ YIRTAN AR(Z)I ÇATLATAN MODERNLİK

AHMET DAĞ





Utanırdı sütninem burnunu göstermekten
Kızımın gösterdiği kefen bezine mahrem.
N.F.K
Dini kavramların anlaşılması ve argümanların temellendirilmesinde kavramların yerli yerinde, anlamına bağlı kalarak kullanılması oldukça önemlidir.

Haya kavramı, zihinsel algılayışımız içerisinde İslami-dini bir literatür içerisinde anlamını bulmaktan çok geleneksellik içerisinde kendine bir anlam bulmuş ve sanki dinin bir kavramı değil de etiğin ve geleneğin bir kavramı olarak kullanılmıştır. Hayasız bir kişinin davranışları tasvir edilirken önce şuursuzluğu daha sonra şuursuzca yaptığı davranışlarını utanma duygusunu yitirerek sürdürmesi kastedilir. Haya kavramını geleneksellik içine mahkum edersek hayalı olmak yada olmamak bir tercih meselesi olur. Eğer Resulullah'ın buyurduğu "haya imandandır" hadisini okumaya tabi tutarsak, hayayı imanın bir cüzü olarak kabul ederek hayayı Allah'ın insandan beklediği bir davranış tarzı olarak anlamalıyız. Toplumun bireyin-kulun gözetleyicisi olmasından daha önemli olan Allah'ın gözetleyici olmasıdır.

Toplumdan ve konum sahiplerinden çok Allah' a karşı haya içerisinde bulunmalıyız.

Dönüştürücü bir olgu olan modernizm dinden çok gelenekselliği silkeler. Böylece modernizm içerisinde, geleneksel literatüre hapsedilen haya kavramı geçerliliğini yitirme tehlikesini daha çok hissetmektedir.

Resulullah'ın sünnet-i seniyyesinden hareket edip modernizmi anlamak daha kolay olur. Resulüllah bir hadisinde* kişisel ve toplumsal manada önce utanmanın yeryüzünden kalkmasından daha sonra da kötülüğün ve kötü karakterli insanların vücut bulmasından söz eder. Mevlana'nın deyimiyle modern dünyada bireyin aynasını kaybedip sudaki aksine saldırması durumu meydana gelmiştir. Yeryüzünde marazi durumun gittikçe arızileşmesinin nedeni insanın amaç olarak değil araç olarak görülmesidir.
Modernizm ve buna bağlı olarak kapitalizm, küreselleşme, popülizm büyük bir tantana içerisinde yaşlı, çirkin bir ihtiyar kokana teyzenin makyajlanması marifetiyle güzellikler iddiasında ve vaatlerinde bulunuyor.

Modernizm, tüketim kültürünün etkisiyle kışkırtıcılık yaparak zamanı, çağı, deruni düşünceyi ve hayatı tüketerek kişilerde içsel bir kıyamet anaforu, toplumlarda ise kokuşmuş/decadence mekanlar, buna bağlı olarak insanlar oluşturuyor ve Baudrillard'ın "asıl çılgınlık" olarak gördüğü oluşumları meydana getiriyor. Tahrip edici, uyuzlaştırıcı, aptallaştırıcı, kokulu ve yaralı modern zamanlar hayadan yoksun, lanete uğramış bireyin samimiyet, diyalog, sohbet ortamından ve güzelliklerden kaçarak zamanı yiyen akrebin kıskancına yakalandığı zamanlardır.

Haya, acıma, mutluluk duyma, gerçek sevme duygusundan ve basiretlerinden yoksun, tüketme sevdasından kaynaklanan zaafiyetlerle ibadet edercesine alış veriş yapan, sanal dünyaya saklanan, ölümü-nü zihinsel olarak öteleyen -bir anlamda ölümün öldürülmesi çabası- Irak'ta öldürülen çocuklara karşı duygu körlüğüne ve duygu ötesi yaklaşma zihniyetine sahip, taparcasına-uğruna ölürcesine spor müsabakalarına ilgi duyan, mağlubiyet hazımsızlığından dolayı seslendirilen küfürleşmeler ve tatminsizlikler yaşayan insan tipi modern insan tipolojisidir. Duygusal körlük ve insani basiretlerden yoksun olma modern insanın hasletlerindendir.

Bu tür olumsuz vasıflara sahip modern birey duygu açlığını ya İnternet yada televizyonla dertleşerek gidermektedir. Haya duygusunu yitiren modern insan yaratıcının nazarında eksik bir kulluğa sahip olan insandır. Haya duygusunu eylemlerinde referans almayan modern insan gizil bir inançsızlık içerisindedir. Din, ahlak, sorumluluk gibi basiretlerden uzak, kutsalla bağlarını koparmış birey, fenomenler dünyasında Allah tasavvurunu zihninden attıktan sonra önce kendine sonra çevresine karşı sorumsuzca ve güvensiz, tedirgin bir hayat sürdürmektedir. Özne olmaktan çok nesne, eyleyen değil seyreden, belirleyen değil belirlenen modern hilkat garibesi, ucubeleştirilen bir insan tipi ile karşı karşıyayız.

Ne yazık ki genel manada ülke insanları olarak modernleştirmenin dönüştürerek yok ettiği bireyler olmaktan kendimizi kurtaramadık. Oysaki haya ve edeple geçmişimize, bizi biz yapan asli değerlerimize dönebilir ve bu yok edici, iğdiş edici, savurucu taarruza karşı siperlerimizi oluşturabiliriz. Geçmişimizle bağlantı kurarak geçmişte yaşayan müteyakkız -her an uyanıklık halinde olan gafletten uzak- samimi, gayretli, hizmet ehli, sarsılmaz bir niyeti ve fikri olan, dünya-ahiret dengesini kurabilen, mümeyyiz bir akla sahip üstün bir şahsiyete sahip olabiliriz. Parçalı ve muğlak bir kimliğe sahip, nevrotik, seküler, yaratıcıyla bütün bağlarını koparmış, kendi buhranıyla ve sorunlarıyla boğuşan, insanlığın sorunlarına eğilemeyecek modern insan bencil bir insan tipidir.

Hayanın yitirilmesiyle imanın da gideceğini buyuran Resulullah hayasız insanın aynı zamanda emanet duygusunu da yitireceğini söyler. Emanet duygusuna sahip olmayan birey kendisine ait olanı emanetten görmeyip kendine ait olan ve olmayan her şeye karşı ihanet içerisinde bulunacaktır. Kendisinde emanet duygusunu taşıyan kul kendisinin gurbetçi olduğu bilinciyle vuslata-sılaya kavuşacağı duygusuyla gönlünü zenginleştirmekle meşgul olur. Haya ve emanet duygusunu kaybederse ihtiras içerisinde, pragmatist bir varlık haline gelir.

Haya sadece mücerretliğe haiz olan bir kavram değil aynı zamanda mücessemleşebilen bir kavramdır. Nitekim Resulullah (s.) "Haya bir adam biçiminde olsaydı, gerçekten iyi adam olurdu. Arsızlık ta bir adam biçiminde olsaydı şüphesiz ki kötü bir adam olurdu." buyurur. Yine hayasıyla mücessemleşen insanların toplum ve tarihte bıraktığı etkiler ortadadır. Hayasızlığı ise kendinde mücessemleştiren insanların halinin ise şahidi yine insanlıktır. Lut kavminin cinsel sapkınlığı, Ad kavmimin müzmin ahlaksızlığı ibretlik bir geçmişken günümüz modern topluluklardaki homoseksüellik, fuhuş, cinayet, rüşvet kumar, dolandırıcılık, çıplaklık, lolita denilen küçük kızlara-sabilere- meyletme, utanma ve haya duygularının yitirilmesi sonucu ortaya çıkan sapkınlıklardır. Nurettin Topçu utanma ve haya duygusunun insanlık için bir paratoner olduğunu vurgulamıştır. Ona göre utanma ve haya duygusu hem izzeti-nefsin hem de şeref ve haysiyetin bizdeki bekçisidir. Utanma ve haya duygusunu geleneksel formlar içerisinde algılayan mütedeyyin insanlar "takva" kavramını ise sadece tasavvufi akımlara ait bir kavram gibi konumlandırmışlardır.

Oysaki utanma ve haya dinin bir kavramı olduğu gibi takva da Allah'ın (c.c) buyurduğu "Ey Ademoğulları! Size ayıp yerleriniz örtecek giysi, süslenecek elbise yaratık. Takva elbisesi... İşte o daha hayırlıdır." (7/27) ayetinde olduğu gibi dinin bir emri ve gereğidir. Burada takva elbisesinden kast edilen haya ve utanma duygusudur. Demek ki eğer Müslümanız diyorsak takvaya sahip olmak zorundayız. O halde takva zühd hayatı yaşayan insanların işidir söylemini üreterek hayayı lüks bir şey olarak zihinlerimizde algılamamalıyız.

Modernliğin iğdiş edici, bireyleri müstehcenleştirici nabzını 1970'lerde tespit eden ve 1990'lara kadar sokaktaki kirliliğe katılmayıp alternatif hayat anlayışları ile bu kirlilikten korunmaya çalışan bu ülkenin Müslümanları teşhir edilen bedene karşın kutsal bir gövde inşa etmeye çalıştılar. Söylemlerinde de "kadının kendini teşhir etme mekanı evidir, seyircisi ise kendi helali olan kocasıdır." ifadesini kullandılar. Birtakım kesimin "İslamcılar kadını hapsediyor, özgürlüklerinden mahrum ediyor" söylemlerine karşın ise asıl modernizmin demir kafesinin sokak olduğu söylemini geliştirdiler. "Mabetsiz Şehir" adlı kitabın yazarı Osman Yüksel Serdengeçti "kadınların kafes arkasından çıkarılarak sokakta kafeslendiğini" ifade etmiştir.

1990'larda üniversitelerde ve kamuda görünürlükleri artan dindar kadın gövdeleri zamanla boyut değiştirerek dindar bir kadın giyimi olan takvayı öne çıkaran kılık -kıyafetlerden, modern bir kavram olan imaja dayalı modern bir kadın kılık-kıyafetlerini tercih etme aşamasına -az zamanda, bol kazançla- ge-tiri-lmiştir.
Modern kadın gövde inşası projesi dindar kadın gövdesi inşasından daha hızlı ve daha başarılı olmuştur. Burunlardaki hızmalar, rujlu dudaklar, alınmış kaşlar, dar pantolonlar, rengarenk eşarp göstergeleri dindarların çabucak, zorluk çekmeden asrileşmeyi kabullendiğinin göstergesidir.

Burada şaşılacak durum Ali Bulaç'ın dediği gibi dindarların asrileşmeyi zorlanmadan kabullenmeleridir. 1990'lı yıllarda büyük kopuş ve savrulma yaşayan mahalle içerisindeki görünürlükler "bir şeyin kopmasıyla her şeyin koptuğunu" gösterir durumdadır. Kentleşen fakat şehirleşemeyen, asrileşen fakat medenileşemeyen toplumsal içerisindeki tahribatın artmasının kaynakları oldukça fazladır. Toplumsal çözülme, kokuşmuşluk ve ahlaksızlıkların nedeni edebin ve hayanın dinsel kodlarının geleneksel kodlara dönüştürülmesinden sonra yok edilmesidir.

Üstad Necip Fazıl bu durumu "Bir şey koptu benden, her şeyi tutan bir şey" diye tasvir ediyor. Haya ve edep dinin gereğinden olup kulun da şahsiyetini oluşturan önemli hasletlerdendir. Edebini ve hayasını yitirmiş olan bir birey her lüzumsuzluğu yapmaya muktedir modern insan tipidir. Yaratıcıyla bağlarını koparmış olan modern insan paganist bir tutumla her şeyi (para, makam, kadın vs. her türlü maddi şeyleri) kendine put edinir. Dinsel bir kod olan hayanın geleneksel bir koda dönüştürüldükten sonra modernlik tarafından mağlubiyete uğratıldığı ülkemizde zina tartışmalarında -halbuki bunun yasaklanmamasını tartışmak bile hayasızlık- bir yazarın söylemi olan "Hayvanlar kadar özgür olamayacak mıyız?" söylemi ise modernliğe (şehvetperestlik, tanrısızlık ve arsızlık yönüyle) boğdurulan geleneksel zihniyetin dönüştürüldüğünün göstergesidir. Zina tartışması edep, haya ve yaratıcı düzleminde tartışılmamıştır.

Oysa ki Mevlana insanla hayvanı ayıran özelliğin takva olduğunu, yine edep ve hayasını yitirmiş insanın köpeklikle birliktelik içerisinde olduğunu söylemiştir. Yine geçmişte babaları tarafından akşam namazından sonra evde olmaları telkin edilen genç kızlar ve erkekler, yine önlerinden bir erkek geçtiği zaman beklemeyi tercih eden annelere ve babalara sahip olan neslin dönüşümünü sağlayan gelenekselliğin dönüştürülmesi değil mi? Genç neslin "anne, baba onlar sizin zamanınızdaydı" söyleminin dillendirilmesindeki kök paradigmalar nelerdir? Gecenin geç vakitlerinde banklarda öpüşen bir başörtülünün yetişmesine kaynaklık eden söylemler nelerdir? Yada annesinin giymiş olduğu kılık kıyafeti gericiliğe hapsedip iğreti bulan, caddede annesinin yanında yürümekten içtinap edip önünde veya gerisinde yürümeyi tercih eden, annesine benzememek için çırpınır bir vaziyette giyinen genç kızın psikolojisi nasıl oluşturulmuştur? İşte bu ve buna benzeri soru-n-ların üzerinde düşünmek lazım.


"Allah bir kimseyi helak etmek istediği zaman ondan utanmayı kaldırır. Utanması kalkınca hep kötülük işlediğini görürsün. Kötü kişiye kimse güvenmez. O hep hainlik yapar ve hainliğe uğrar. Bu defa da acıma duygusundan mahrum olur ve lanetlenerek kovulur. Böylece o kişi İslam'dan uzaklaşır." (İbn Mace)

Hiç yorum yok: