1 Şubat 2008 Cuma

POSTMODERN PUTLAR VE "ÖTEKİ" ŞİDDETİ

TEVFİK EMİN




Arzın Sahnesi: Oyunda Son Perde

Geldiğimiz yerin neresi olduğu ayrı bir tartışmanın konusu olmakla beraber, geleceğin vizyonunu hazırlamak bakımından önemli bir meseledir. Bu yazının konusu ise hayatımızı birer 'sahne'ye çeviren ve anlamını ve amacını boşaltarak araçlaştıran medyatik perde olacaktır. Bu perdenin ardında olup bitenlerle gözümüzün içine soktuğu acaba birebir örtüşüyor mu? Peki ya bu örtüşme durumu 'örtme' halini almışsa ne yapılacaktır? Yeryüzü şiddet ve kan dökücülük sarmalına battıkça gerçeklerin gizlenmesi daha bir 'hayat'iyet arzediyor zira dünyanın bu şekliyle çok da uzun yaşayamayacağını kestirmek zor değil. Weber'in tabiriyle "büyüsünü kaybetmiş" dünyada Hz. Musa gibi hak temsilcileri de olmadığına göre meydan neo-sihirbazlara kalmış durumda. Giderek sıkılan seyircileri oyalamak maksadıyla son numaralarını da ortaya koyanlara (kıyametin hemen gelmesini arzulayanlara) 'son'un geldiğini müjdeleyebiliriz.

Literatürü özgüven ve 'güç' sahipleri yapar, bu bakımdan mü'min için kendi kavramsal ve kuramsal dünyasını kurması zor değildir. Mü'min aşkın bir varlığa ve kavrayışının ötesinde olan vaadine iman etmekle bir defa özgüven sahibidir, bu dünyanın ötesine uzanan bağlılığıyla ise yeryüzünün en güçlüsüdür. O en başta yerinden edilemez bir hayat kaynağına sahiptir, sonra bu hayatın kaynağının akacağı mecraı çizen yol göstericileri yani nebiler vardır. Kur'an'ın kurucu dünyasından hareketle geçmişi, şimdiyi ve geleceği anlamlandıracağız. Hz. Peygamber'in sireti ile konumumuzu yeniden tanımlayacağız ve dolayısıyla bütün bir dünyayı yeniden okuyacağız.

Hakikat arayışını dert edinenler için yalan ve sahte olanla gerçeğin farkına varmak olmazsa olmazdır. Batı tarihinde Roma ve Grek dünyasının simgeleriyle yeniden örülmüş bir Hıristiyanlık algısının yarattığı muğlaklık nedeniyle itminan bulamayan fert mutlaklıktan kaçış yolunu kendisini merkeze oturtmakta bulmuştur. Modernlikle birlikte geleneksel akılda köklü bir dönüşüm yaşandı. Modernleştirme projesi ise bütün bir insanlık tecrübesini "yersiz yurtsuz"1 bıraktı adeta. Doğu ve İslam dünyasının geleneksel toplumsal yapısında bozulmalar başladı ve nihayet bugün Batı tecrübesine vurulduğunda modern öncesi ve sonrası durumlarının birlikte varolduğu bir karmaşa hali hakim buralarda. Akıl karışıklığı hemen her yerde tezahür ediyor, fakat akıl çelicilerin en büyüğü medyatik olanı bugün. Medya adının gereği olarak gerçeğe taşıyan bir 'araçlar bütünü'nden ziyade saptırıcı bir rol oynuyor. Küreselleş[tir]me projesinin deliklerine yama yapan, değilse onları örten manipülatif ve sun'i bir gerçeklik yaratıyor. İlk örneğini Vietnam savaşında gördüğümüz, ardındansa Körfez işgallerinde müşahede ettiğimiz, giderek profesyonelleşen bir sanal gerçeklik alanı yarattı medya. Son örneklerini 11 Eylül hadisesi, Afganistan ve Irak işgallerinde izlediğimiz bir şiddet bombardımanıydı yaşananlar. Görüntülerde varolan şiddetin yanısıra karelere sığmayan yahut dışarıda bırakılan şiddet durumları ise bir başka şiddetin göstergesiydi: 'Örtme'nin dayanılmaz ağırlığı insan vicdanını sıkıştırır hale geldi. Mestrovic'in ifadesiyle "Amerikan tecrübesi şiddet dolu unsurların mükemmeliyetçi bir gösterge düzleminde gizlenmesinden ibarettir."2 Tekrar Kur'an perspektifinden bakarak olan bitenin tümünü "zulüm" olarak nitelemek mümkün. Politika ve hız bir araya geldiğinde medya rolünü daha bir hakkıyla yerine getirerek gerçeği yerinden ediyor. Hayatı görüntüler alemine, insanı da eve hapsediyor. Buradan bakışla, eylem ve hareketi iptal eden bir vasatı öngören günümüz medya vasıtaları dolayısıyla toplumsalın durumunu ve geleceğe söz söylemenin imkanlarını tartışmalıyız.

"Örtme"nin Şiddet Yüklü Anlamı
Örtme sözcüğünün Batı dünyasında ve İslam aleminde yaşadığı serüven bizlere daha sağlam bir tahlil zemini kazandıracaktır. Dilin imkanlarından faydalanarak inglizcedeki 'cover' (örtmek/gizlemek) ve karşıtı olan 'discover' (açmak/ifşa etmek) sözcüklerinin çağrışımlarını, ardındansa İslam dünyasındaki derin çağrışımı sağlayan Arapça 'küfr' terimini ait oldukları terminoloji yani dayandıkları 'akl'ı merkez alarak değerlendirmeliyiz. Batı'da kutsal iradeye başkaldırının ve kilise tekeline karşı duruşun temsilini ve dahası evrenin sırlarını -zorla ve meydan okurcasına- keşfetmeyi ifade eden 'keşif/ifşa' kelimesinin serüveni bizleri Batılı akıl, insan ve kainat algısının kökenlerine götürür. Yine benzer şekilde İslam düşünce dünyasında cahiliyye ile özdeşleşen küfr terimi de benzer sorgulamaları gerektirir, zira insanlık hikayesinin birbirinden kopuk olmadığını biliyoruz. İnsanlık tarihinin bilinen en eski şiddet hadisesi Hz. Adem'in oğulları arasında vuku bulmuştur. Şiddetin örtme güdüsü ile birlikte insan fıtratında varolan iki boyutu temsil ettiğini evvel emirde bu hadiseden öğrendik. Vahyin öğrettiği dünya ve ahiret algısını referans alarak hakk ve batıl mücadelesinde küfrü tercih edenlerin köken itibarıyla şiddetten beslendiklerini yahut onu dizginleyemediklerini söyleyebiliriz. Batı'da açıkça ifade edilen 'ontolojik güven' sorunu ile bireysel ve toplumsal ilişkilerde içkin şiddet kendisini ötekileştirici söylemlerde gösteriyor.
Amerika dünyanın geldiği şiddet döngüsel konumun biricik sorumlusu olmaktadır; zira sahip olduğu araçsal (küreselleşme vs.) güçlerle amerikan kültürü giderek bütün dünyayı saran çağdaş barbarlığı temsil etmektedir.3 Yüzyıl önce yapılmış bu türlü bir okumanın bugün halen geçerliğini koruması şaşırtıcı olmakla beraber modern Avrupalı değerlerin ve kavramların sorgulanmasını gerektirir. Modernliğin yeni temsilcisi olan Amerika'nın tüm kurgu ve kavramların içini boşaltmak pahasına başlattığı imparatorluk mücadelesi bizleri tarihin en yıkıcı dönemlerine geri götürüyor. Tarihi sürekli ilerleyen bir çizgi şeklinde okuma miti sayesinde ise gelinen noktanın perdelenmesi gerekiyor. Batı düşünce tarihinin psikanalitik bir okumasını yapan Frankl'a göre "ilerlemenin kontrol edilemez (otoritenin parçalanması ve kesret) paradoksu, 1. ve 2. Dünya savaşından sonra, Batı'nın sahip olduğu ruhun ve hayallerin yıkıldığını ifade ediyor. Batı uygarlığı, insanlığın kadim zamanlardan bu yana karşı karşıya kaldığı çatışma, çıkmaz ve çelişkileri çözmeye savunmadan önce, herşeye nüfuz eden ahlaki umutlarının çoklukla bilinçaltı düzeyinde tam ters etkiler yaratan açmazlarını aşabilmenin yollarını bulabilmelidir."4 İşte şimdi, aynı anda hem şiddetin örtülmesi hem de örtmenin şiddetini bir arada yaşıyoruz.
Amerikan tecrübesi ve onun hakimiyetinde bir dünya çelişkiler manzumesi yaratıyor. Bir yandan küresel ölçekte özgürlük söylemi, diğer yandan hegemonya arayışı; ulus-devletlerin zayıflatılması gereği ile bilhassa 90'larda bir Amerikan ulusu oluşturma çabası; milliyetçi söylemlerin demokratik idealler ve çok kültürlülük gibi mitlerce bastırılması karşısında yükselen etnik ve dini muhafazakar söylemler; ekonomik ve ticari serbestleşme avuntusu yanında korumacılık duvarının yeniden yükseltilmesi; küresel ekonominin geleceğinin yeni teknolojilerde olduğu varsayımı ile birlikte daha adil bir dünyada önceliğin açlık vb. temel sorunlara verilmesi ihtiyacı burada kısaca zikredeceğimiz çelişkilerden yalnızca birkaçıdır. Soğuk Savaş'ın o "dehşet dengesi"5 geride dünyanın pekçok stratejik alanında bir enkaz bıraktı. Çözümü ertelenmiş ve bu yüzden neredeyse imkansız hale gelmiş sorunlar üzerinden yapılan güç siyaseti dünyanın nihilist bir sonunu hazırlar gibidir.

Batı tarihi kaderini yeniden oynar gibidir. Bilhassa Machiavelli ve Hobbes sonrasında Batı düşüncesi siyasette ahlak ve erdemin yerine gücü oturtarak değerler ve ideallerin beslendiği kutsalların gerçekliğini bastırdı. Arendt'in tabiriyle yerine bir şey ikame edemeyince de şiddet üretti. Küresellşeme tecrübesi ise bizatihi şiddet içerikli bir hareketti ve sömürgeci dönemden bu yana teslim alınamamış kalelerin içeriden fethini öngörüyordu. Yeni 'öteki'leştirme hareketi eski putlarını yiyerek işe başladı.

Postmodern Çağın Amentüsü: Belirsizlik ya da Tılsımlı Kılıç: İman

Modern dönemin temel bilimler ve sosyal bilimlerdeki pozitivist ve katı karakteri yerini belirsizliğe ve göreceliğe bırakalı neredeyse yarım asır geçti. Fizik başta olmak üzere temel bilimler bir yana, beşeri ilişkilerin merkezine oturtulduğu sosyal hayatın imajlar ve imgeler dünyasına indirgendiğine şahidiz. Bu dönemin hakim siyasal karakteri ile birlikte Batılı anlamda demokrasi ve haklar meselesi tartışılır konumdadır. İslam coğrafyasının hemen tamamına dönük işgaller, saldırılar ve değişim/dönüşüm tasarımları değerlerin göreceliğini ve sıranın Müslümanlara geldiğinde ertelenebileceğini bizlere defalarca kanıtladı. Avrupa kalbinde olup biten katliama seyirci vaziyette iken, Bizans'ın ruhuna sahip Rusya ile diğer bölgesel güçler evlerinin arka bahçelerinde temizliğe kalkıştılar. Örtüşen ve çatışan çıkarlar bizlere Amerikan pragmatizminin küre ölçeğinde yerleştiğini ispatladı. Dünya sisteminin sac ayakları olan 'uluslar arası' kurumlar tartışılmaya başladı. Postmodern putlarımız belirsizlik, görecelik, yeniden laissez faire, uluslar arası ya da küresel finans-sermaye ve giderek artan rolüyle sanal gerçeklik üreten medya oldu.

Bütün bunlar olup biterken Müslüman zihin açısından -belki de paradoksal biçimde- herşey netleşmeye başladı. Kur'an'ın hayatın her karesinde söz sahibi oluşu sayesinde, yaşanan anlamlandırma krizi anlam dünyalarını Kitab ve Rasul'ün sünneti ile tahkim eden Müslüman topluluklar için sorun olmaktan çıkmıştır ve bizleri içinde bulunduğumuz kaotik dünyadan çekip vahyin koordinat düzlemine taşımıştır. Burası hakk ile batılın çarpışma sahnesidir, birr ile şerrin mücadele sahasıdır. Kafası karışıklar ise ancak arada kalmışlardır. Dünya ile ötesi, iman ile tereddüt arasında bir o yana bir bu yana savrulan kınayıcı nefislerdir. Postmodern putların tümünü yere sermek ancak duruş sahibi olmakla ya da durmakla mümkündür.

Çağdaş büyüleri bozacak olan tılsımlı kılıcımız imanımızdır. Gözlerimizi bürüyen, kalplerimizi karartan ve gelecekten ümitsiz kılan ne kadar imaj (başta Amerikan gücü olmak üzere) ve simge varsa gerçeklik aynasına vurmalıyız. Gerçeklik aynasını parlatmak içinse vahyin merkezinde yer aldığı hayatlar inşa etmek mecburiyetindeyiz. "Nefislerde/özlerde olanın değişmesi"6 ile başlayan ve ümmet boyutunda sosyal ve siyasal mücessemlik kazanan bir içeriden dönüşüm hareketi dışarıdan gelecek her türlü dayatmayı püskürtecektir. Geleceğe dair atılacak adımlardan birkaçını şöyle ifade edebiliriz:

- Tarih ve siyaset felsefesini İslam'ın kaynaklarından beslenerek yeniden üretmeliyiz. Ancak bu sayede benliklerimizi kuşatan 'makine efsanesi'ni yıkabiliriz. Bize göre tarih Allah'ın yeryüzündeki halifesi sıfatıyla O'nun dininin temsilcisi olan insanla -ki Hz. Adem'le başlar- İblis'in isyanında temsilini bulan batıl taraftarlarının mücadelesinin tarihidir. Nihai kurtuluş ise dünyanın ötesinde ahiret yurdundadır. Batı evinin cilalı dış duvarlarına bakıp öykünmek ve kendi evimizin viran/harab olmasına ağıtlar yakmak vakti çoktan geçmiştir. Hayatı kurguya indirgeyen teknolojinin ardındaki zihin yapısını iyi tanıyarak dünyevileşme tehdidine karşı durmalıyız. Tanrı'yı öldüren insanın ölümüne yol açan seküler ahlak felsefesinin ancak Batı'daki biçimiyle iktidar ilişkileri ve 'kamusal' bir düzen sayesinde işlerlik kazanabileceğini, bunun ise hem İslam toplumlarının tarih dışı kalmalarına hem de dünyanın topyekun iflasına neden olacağını akılda tutmalıyız. İslam ahlakının aynı zamanda bir 'düzen' de vazettiğini bilerek içsel arınmayla birlikte ortaya çıkan duruşun toplumsal bir karakter kazanarak ümmetin şahsında varoluşunu hedeflemeliyiz.

- Sosyal tasarımlar ve siyasal söylemleri, farklı tecrübeleri değerlendirerek yeniden düşünmeliyiz. Muhafazakarlık gibi Amerikan hegemonyasını korumanın aracına dönüşebilecek söylemlerden uzak kalmalıyız. Zira bu ideoloji İslam coğrafyasında siyasal ve dini algının parçalı karakterini muhafaza etmeyi öngörür hale geldi. Batılı özgürlük söylemlerinin yalnızca 'kanunen yasak'ları kaldırmayacağını fakat aynı zamanda 'aslen yasak'lar olan İslam'ın ilkelerini de tehdit ettiğini gözden kaçıramayız.

- İslam coğrafyasına dönük işgaller ve tehditlerin bugün artık İslam'ın özüne yöneldiğini görerek ihya hareketini inşaya dönüştürücü, direnişi diriliş yapacak adımlar atmalıyız. Sivil toplumu Batı'daki karşılığı ile değil ilk dönem İslam toplumlarının açık, adil ve huzur vadeden yapısı çerçevesinde düşünmeliyiz. Felsefi ve siyasal ütopyalarımızı (asr-ı saadet gibi) vahyin çizdiği yolu takip ederek hatırlamalıyız.

- Ve bugün en fazla muhtaç olduğumuz ümmet bilincine karşı yürütülen tefrika (farklılaştırma) siyasetini püskürtecek donanımı kuşanmalıyız. "İçine al, farklılaştır (kendine yabancılaştır) ve yönet" şeklinde vazedilen Amerikan imparatorluk özlemlerinin üç buyruğuna7 karşı safları belirlemeli, Allah'ın ipine sarılarak birlik olmalı8 ve dağılmamalıyız. Küresel terör gibi bir muammanın ardından güç siyasetini sürdürenler karşı direnç odağı olabilecek hemen her kurumsal gücü tahrip etmiş durumdalar. Müslümanları zihin planında teslim almakla 'hayat üreten' yegane aktörü de etkisizleştireceklerini vehmediyorlar. Bütün bir dünyayı ölüler ve hayaletler çölüne çevirme yarışında herbiri ayrı bir rolü oynayan tüm Batılı aktörler nihai tahlilde İslam'a karşıdırlar. Kendi meselelerimizi dahi birbirimizle tartıştırmayan ve tanımlayan dış aktörler bizleri kategorize etmeye (modernist, reformist; gelenekçi; fundamentalist; seküler vb.) ve karşı karşıya getirmeye (ABD'deki RAND, CSIS, NIC ve CFR gibi kuruluşların raporlarına bakınız) alışkınlar. Bu oyunu bozmanın çaresi bozuk düzenleri yıkan ve fakat yerine sahih olanı ikame eden 'inkılab' hareketini içten dışa doğru başlatmaktır. Bugün direnmenin ve yitip gitmemenin yolu hareket[ten/e]9 geçmektedir.


Notlar:
1 G. Deleuze'in Batı düşüncesinin seyrindeki kopuşu ve yıkımı tarif için kullandığı kavramı modernleştirme projesinin sömürgeci karakteri dolayısıyla dünya ölçeğinde düşündük. Burada kastedilen Batı dışı uygarlıkların kendilerine ve dünyaya yabancılaştırılmalarıdır.
2 Uygar Barbarlık, Stjepan G.Mestrovic, Türkçesi: Mehmet Özay, Açılımkitap, Mayıs 2004.
3 Theory of the Leisure Class, Thorstein Veblen, 1899.
4 Batı Uygarlığı Ütopya ve Trajedi, George Frankl, Türkçesi: Yusuf Kaplan, Açılımkitap, Ekim 2003.
5 Yaşayanlara Çağrı, Roger Garaudy, Türkçesi: Cemal Aydın- Nuri Aydoğmuş, Pınar Yayınları, 3. Basım, Ekim 2000.
6 Kur'an-ı Kerim, Rad [13] Suresi, 11. ayet.
7 İmparatorluk, M. Hardt & A. Negri, Türkçesi: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 4. Basım, 2003.
8 Kur'an-ı Kerim, Rad [13] Suresi, 103-110. ayetler.
9 "Bir işi bitirdiğinizde öbürüne" şeklinde özetlenebilecek ayetten hareketle: Kur'an-ı Kerim, İnşirah [94] Suresi, 6-7.ayetler.

Hiç yorum yok: