30 Eylül 2007 Pazar

"Modernite Dünyanın Beşeri olarak Anlamlandırılma Çabasıdır"

Abdurrahman Arslan ile Söyleşi


•Klasik tanımların ötesinde sizce modernite nedir? Bu tanımda modernite İslam’ın neresinde duruyor?
•Her tanım aslında bir sınırlandırma demektir; bunun yanında konuya verilecek cevabı da bu sınırlar içerisine hapseder. Bu da çok zaman, fazlasıyla indirgemeci bir nitelik taşır. Bu nedenle oldukça derin ve kapsamlı, aynı oranda geniş bir mesele olan moderniteyi belirli bir tanıma indirgeyerek ya da belirli sebeplere dayanarak açıklamanın, doğrusu işin daha başlangıcında yetersiz kalacağını söyleyebiliriz. Fakat buna rağmen, meseleyi yine de biraz somuta indirgemek ya da zihinsel düzeyde meseleye bir teşhis koymak gerektiğinden, anlamını çok geniş tutarak şunu söyleyebiliriz; modernite, Tanrı/Kitap merkezli bir düşünme, yaşama ve siyasal/sosyal düzende, insan/akıl merkezli bir düşünme, yaşama ve siyasal/sosyal düzene geçiş olarak tanımlanabilir. Bunun yanında eğer bir müslüman olarak bu meseleyi tarif etmem istenirse şunu diyebilirim; modernite insan kalbinin değişmesidir; yani kalbî bir değişimle kopmaz ilişkiler taşır. Peki, sözünü ettiğimiz kitaptan akla geçiş veya kalbî değişimle beraber neler değişti diye sorarsak, geriye değişmeyen hiçbir şeyin kalmadığını söyleyebiliriz. Zira modernite, geçmişten memnun olmayan bir zihniyet biçiminin dünyayı yeniden anlamlandırma girişimi ve buna bağlı olarak dünyayı yeniden fiziksel düzeyde inşa etme çabasıdır. Bu sebeple modern dönemde neredeyse her şey hem nitelik olarak hem de anlam olarak köklü bir değişimden geçmiştir diyebiliriz. Bu geçişle beraber bir kere her şeyden önce bizim akıl, bilgi, insan, toplum, varlık, tabiat, hakikat, tarih ve zaman anlayışımızın mahiyet olarak köklü bir değişimden geçirilmiş olduğunu belirtmemiz lazım. Sözgelimi, moderniteyle beraber insanlar ilk defa dini, tabiatı ve insanı birbirlerinden bağımsız, ayrı ayrı ele alarak değerlendirmeye ve anlamlandırmaya tâbi tutmuşlardır. "Bilgi" ile alakalı olarak bir değerlendirme yaparsak: Geçmişte bilgi insanı daha iyi bir insan/kul yapmanın aracıydı. Halbuki modern dönemden itibaren bilgi, insanın tabiat üzerinde hakimiyet kurmasının aracı olarak görülmeye başlanmıştır. Görünüşte benzerlik gösterse de modern dünya görüşü ya da modernist zihniyet ile İslam’ın uyuşmasının asla mümkün olamayacağını söyleyebiliriz.

• “Modernite ile birlikte hayata dair hedeflerimizi İslam’ın standartları içinde değerlendirmiyoruz. Bu yüzden de İslamî kişiliğimiz aşınmaktadır.” diyorsunuz. Bu bağlamda hayatımızın yeniden İslamî olarak inşasında bizlere ne gibi görevler düşmektedir? Bu konuda öncelikli hedeflerimiz neler olmalıdır?
• Modernite sadece belirli bir bilgi/düşünme tarzı değildir; aynı zamanda kendine ait belirli kabulleri, özellikleri ve gelecek beklentileri olan bir hayat tarzıdır. Her hayat tarzının bilindiği gibi, kendine ait idealleri vardır ve nihaî olarak insana o ideallere ulaşma vaadinde bulunur; ya da insan o ideallere ulaşmak için yaşadığı hayatı, belirli bir şekle sokarak yeniden düzenler. Müslümanlar, modernite tarafından süreçlendirilmiş bu hayatın çok zaman kendilerini açığa vurmayan ideallerini, yine bu hayatı yaşarken onunla beraber doğal olarak sahiplenmekteler. Bu idealler müslümanları gelecek hakkında farklı beklentilere sokmakta; hatta kendi geleceklerini bu beklentilere göre yeniden kurgulamakta veya planlamaktadırlar. Bu da onları farklı hedefler peşinde mücadeleye çağırmaktadır. Ne var ki, bu bizim kulluk ideallerimizle uyuşuyor gibi görünse de hakikatte asla uyuşmamaktadır. Müslümanlar için hayatın modernite tarafından kirletilmiş ideallerinden kurtulmanın en önemli imkanı; müslümanca bir hayatın pratik kurucu kaynağı olan "sünnettir". Eğer hayatımızı sorgulamak ve yeniden tanzim etmek istiyorsak şüphe yok ki bunu ancak sünnetten hareketle yapabiliriz. Sünnet bizim amellerimizi nasıl kalıba dökeceğimizin sahih kaynağı olması sebebiyle bu gün fazlaca önem taşıyor. Çünkü modernite de amellerimizi sürekli olarak kendi kalıplarına dökmek istemekte ve anlamlandırmaktadır. Bu yüzden hayat dediğimiz "hâdiseye" sünnetin gözlükleriyle bakmamızda ve anlamlandırmamızda fayda var.

• Modernitenin öngördüğü insan modeli ile İslam’ın öngördüğü insan modeli arasında belli başlı farklar nelerdir?
- Modernitenin öngördüğü insan modeli "akılcı" bir özellik taşır, yani insan kendini yine kendi aklıyla düzenler; bütün insani faaliyetlerini aklın süzgecinden geçirerek anlamlandırır. Modernist anlayışa göre insan köken olarak "akılcı" bir varlıktır ve menfaati peşinde koşar. Dolayısıyla modernist anlayışta doğru ve yanlışa ilişkin hükmün nihai kaynağında tartışmasız bir otorite olarak akıl bulunur. Bu yüzden eğer birileri, neyin doğru ve neyin yanlış olduğunun kaynağının aklın dışında olduğuna inandığını söylerse, bu düşünce modernist zihniyet tarafından ciddi bulunmaz. Bu kabulün İslam’la mukayesesine gelince: İslam’ın öngördüğü insan modeli, yani mümin kendini vahye göre tanzim eden biridir; doğru ve yanlışın nihaî kaynağının inandığı din olduğunu söyler. Sözgelimi, neyin adalet neyin zulüm ya da neyin ahlakî ve neyin ahlaksızlık olduğunu biz Kur’an ve sünnetten öğreniriz. Fakat, insanın kendini bu şekildeki inşâ etme biçiminde insanın kendi aklını kullanmadığı anlamına elbetteki gelmez. Zaten unutmamak gerekir ki, modernist zihniyetin iddiasının aksine ortada bir tek "akıl" yok; her dünya görüşünün, inanma biçiminin, kendine ait bir akıl anlayışı ve mantık yapısı vardır. Bu sebeple sık sık söylenenin aksine, İslam asla akıl dini değildir, İslam akıl inşâ eden bir dindir.

•Modernleşmenin temelinde var olan taklit ve tüketim kültüründen müslümanlar ne ölçüde etkilendi? İslamî bir yaşam modeli noktasında taklit ve tüketim kültürüne karşı alınacak tedbirler nelerdir?
• Batı dışındaki bütün toplumların insanlarının kendi gelecekleri adına yaptıkları bütün mücadele ve çaba, nihayette bir taklit ve tüketim faaliyetinden öteye gidememiştir. Düşünceden teknolojiye, giyimden yiyeceğe, hayat biçiminden davranış tarzına kadar her şey, maalesef Batı’da yapılanların bir taklidi ve onun tüketimidir. Batı dışındaki toplumlar bunu yaparken aslında Batı’nın "bu gününü" kendilerinin "yarını" olarak inşâ etmeye çalıştıklarını da çok zaman gözden kaçırmaktadırlar; ya da gönüllü bir taklitçiliğin tiryakisi olmuşlardır. Elbetteki müslümanlar da bu sürecin dışında değillerdir. Üstelik müslümanlar için bir "etkilenmeden" bahsetmek fazlasıyla masum ve hafif kalacaktır. Zira müslümanlar, bu işi bayağı benimsediler, sevdiler ve trajik bir şekilde içselleştirdiler bu yetmezmiş gibi, ona İslamî bir kılıf geçirerek kendi hayatlarının rehberi haline getirdiler. Böyle süreçler içinde müslümanca düşünmek pek kolay olamayacağından, bu meselenin sağlıklı bir şekilde düşünülebilmesi için her şeyden önce müslümanca düşünmenin imkanları üzerinde durmamız gerekiyor.
Müslüman olmak müslümanca düşünmek anlamına gelmiyor. Her müslüman, müslüman olmaklığından dolayı müslümanca düşünebilseydi modern dünyada yaşamak müslümanlar için hiç şüphe yok ki, bu kadar trajik olmazdı. Belki, meseleyi bu önemli hususu yeteri kadar farkına vardığımızda daha kolayca tahlil edebiliriz.

• Verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ederiz.
• Ben de teşekkür eder, yayın hayatınızda başarılar dilerim.

Hiç yorum yok: