30 Eylül 2007 Pazar

"Merhamete Çağrı"Alev Alatlı ile Söyleşi(1),

Merhamet'e Çağrı
Alev Alatlı, "Gogol'ün İzinde" üst başlıklı yeni nehir romanına "Aydınlanma Değil Merhamet''le başladı. Aydınlanma adına üçyüz yıldır acı çekildiğini belirten yazar, bugün dünyanın tek ihtiyacının merhamet olduğunu söylüyor.
Alev Alatlı'nın kaleme aldığı "Gogol'ün İzinde" dörtlüsünün ilk kitabı "Aydınlanma Değil, Merhamet!" Everest Yayınları arasından çıktı. Dizinin diğer üç kitabı olan "İsa Mesih için Son Çağrı", "Suya Yazılı" ve "Akma Volga'm!" kitaplarını üçer ay arayla yayınlayacak olan Alev Alatlı toplamı 2200 sayfadan oluşan nehir romanında Rusya'yı ele alıyor. Yeni dünya düzeni ve küreselleşme merkezinde Doğu ve Batı karşılaştırması yapan Alatlı, bu temel sorunsalları Rusya üzerinden değerlendiriyor. Rusya bağlamında bahsettiği aydınlanmayla, "Batılılaşmak" uğruna üçyüz yıldan beri beri çekilen acıları kastettiğini belirten ve bugün dünyanın tek ihtiyacının merhamet olduğuna dikkat çeken Alatlı, tarihin en büyük dramına tanıklık eden kuzey komşumuz Rusya'nın serüveninin Türkiye'nin sadece geçmişine değil geleceğine de ışık tuttuğunu ve bu kitabın Rusya'nın Türkiye kitabı olmasından ürktüğünü söylüyor.
· HALE KAPLAN ÖZ Nasıl biriktirdiniz bunca Rusya'yı, onu yazmak nasıl bir heyecandı?
Bir gün, bir yerde, "Moğollar Kiev'i talan ettikten sonra Rus köylüleri, kuzeye, ormanlara çekilirler. Ve orada medeniyet yorgun düşer, uykuya yatar. İnsanoğlu en başa döner, toprağa iltisaklı bitkiye dönüşür, dilsiz ve dayanıklı. Savaşçı imparatorların estirdikleri fırtınaların rasgele savurduğu ezeli ve ebedi köy, çocuklar peyda eden, toprak anaya tohum gömen o 'sonsuz' köylü, yeniden ortaya çıkar: Kendi yağında kavrulan kıvrım kıvrım bir canlı kümesi. Ölmeyecek kadar gıda, ehemmiyetsiz tasarruflar, ehemmiyetsiz servetler ve tahammül... Yığınlar ayaklar altında ezilirler ve fakat yaşayakalanlar ölenlerden boşalan yeri ilkel doğurganlıkla doldurur ve acı çekmeyi sürdürürler," diye bir cümle okudum. İçim çekildi. Ölmek, öldürülmek, öldürmek üzere inatla döllenen, ezelden ebede döllenen insanları tanımak, ölenlerden boşalan yeri doldurmaya ve acı çekmeyi sürdürmeye niçin ve nasıl bu kadar hevesli olunabilineceğini öğrenmek istedim. Gerisi, binlerce sayfa okuma. Birkaç seyahat. Nefes kesici bir serüvendi ve devam ediyor.
Aydınlanma ve merhamet karşıtlığını nasıl anlamlandırıyorsunuz, bu iki kavram karşıtlık kurar mı gerçekten?
"Aydınlanma" elbette "merhamet"in karşıtlığı değil! Benim Rusya bağlamında bahsettiğim, "Aydınlanmak", "Batılılaşmak" uğruna üç yüz yıldan yani Deli Petro'dan itibaren çektikleri acılardır. Petro'ya "İlk Bolşevik" denmesinin nedeni de budur. Aydınlanmacıların entelektüel kibirleri nedeniyle çok ağır bedel ödendi ve ödeniyor. "Tek yol" devrimdi, şimdi de "tek yol" serbest piyasa ekonomisi, liberalizm. Kibir aynı kibir, zulüm aynı zulüm. Bana sorarsanız, bugün dünyanın ihtiyacı olan, herşeyden çok "merhamet"tir.
Rusya'da bizim ülkemiz ile ortak gördüğünüz unsurlar neler? Rusya'nın yaşadıklarını Türkiye yaşasaydı nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk şu an?
Günümüz Rusya'sında gözlemlediğim manzara şu: Aşırı derecede yıpranmış, sadece halkının desteğinden değil, bürokrasisini dolduracak güvenilir insan kaynağından da yoksun bir devlet gücü... Entelektüel bir boşluk içinde, temsil ettiklerinin ihtiyaçlarını dillendirmekten aciz, bir o kadar zayıf ve dezorganize muhalefet. Denetimsiz serbest piyasa ve özelleştirme ile yaratılan, ülke çıkarlarını hiçe sayan "Yeni Ruslar" diye birilerinin varlığı... Medyayı kontrol eden finansman çevreleriyle Kremlin arasındaki "enformasyon savaşları" arasında bölünmüş bir halk... Kendi hükümetleri ile yabancı bir güçmüşcesine pazarlık eden ekonomi seçkinleri... Tahrip olan manevi değerler... İnsan hayatının gündelik gereksinimlerin ötesinde daha üstün bir anlamı yokmuş gibi yaşanması... Tarihin kaderci bir bakış açısıyla değerlendirilmesi, ahlâki ve dolayısıyla ekonomik düzelmenin mümkün olmadığı duygusunun yerleşikliği... Bu sahnenin tanıdık gelmesi ürkütücü.
Ülkemiz yazarları arasında farklı ülke ve kültürleri ele alan yazar pek yok. Siz bunu yaptınız. Yazmak için de bir Doğu ülkesini seçtiniz ve bir muamma olarak tanımladığınız bu coğrafyayı yazdınız. Tüm bunlardan sonra onu, Rusya'yı tanıyabildiğinizi rahatlıkla söyleyebiliyor musunuz?
Kendi insanımızı bile doğru dürüst tanıyamazken, bir başka kültürü eksiksiz öğrendiğimi söylemem elbette haddimi aşan bir tavır olur. Ancak, başladığım noktadan çok daha ilerdeyim diyebilirim.
Rusya'nın anlatımında gerçeklikten hemen hemen hiç kopmuyorsunuz, bu roman kurgusu içinde bir çelişki değil mi?
Bu sorunuza iki cevabım olacak. Birincisi, Mark Twain'in ünlü saptaması: "Gerçek, kurgu'dan daha acayiptir, çünkü kurgu, olabilirlikleri gözetmek durumundadır; 'gerçek'in öyle bir zorunluluğu yoktur." Bu nedenle, kurgudan daha heyecan vericidir gerçek. Öyle ki, roman gerçeği budayarak anlatmak durumundadır, tümüyle aksettirdiğinizde kimse inanmaz. İkincisi, edebiyat, hayatın yani gerçeğin ta kendisidir. Bilimkurgu bile gerçeğin üzerine kurulur. Onun için çelişki diye bir şey söz konusu değildir. Kaldı ki, NabokovSoljenitsinGogol'un aynı odada buluştuğu bir durum, ne kadar "gerçek" olabilir ki?
Rusya Türkiye'ye ışık tutabilir
Aydınlanma Değil Merhamet'te bize çok da tanımadığımız Rusya'nın sosyal, ekonomik, tarihsel, siyasal ve kültürel yapısını kucaklayan bir tablo çiziyorsunuz. Rusya'yı gündemimize sokma çabanız neden?
Bakın, insan olarak türdaşlarımızla paylaşmadığımız hiçbir özelliğimizin olmadığına inanırım. Rusya'nın serüveni Türkiye'nin sadece geçmişine değil, geleceğine de ışık tutabilecek bir serüvendir. Üstelik, Avrupa ülkelerinin serüveninden çok daha öğreticidir, çünkü Asya'yı, hatta İslamiyet'i paylaşıyoruz. İkimizin de gözü hep Batı'da olmuş. Rusya'nın Türkiye kitabı olmasından ürküyorum.
Bu, Rusya'nın Viva la Muerte'si
Romanın yayınlanmasının ardından ülke içinden ve dışarıdan özellikle de Rusya'dan gelecek tepkiler hakkında beklentiniz neler?
Rus okurların şaşırdıklarını biliyorum. Türkiye'den böyle bir çıkış beklemiyorlardı ve haklılar, çünkü kültürleri ile gündemimizde olmadıklarının farkındalar. Aralarından "Bu kitap Rusya'nın 'Viva la Muerte'si" diyen oldu. Türkiye'ye gelince, okuyanın ağızında Rusya'nın burukluğu kalsın, yeter. Öte yandan, on gün içinde üçüncü baskıya girmiş olması, Türkiye'de okunmak için "hafif" konularda yazmak gerektiği şeklindeki yaygın inancın pek de doğru olmadığını gösteriyor ki, benim tecrübem de bu yöndedir
Yeni safak 20040722

Hiç yorum yok: