12 Kasım 2007 Pazartesi

Abdurrahman Arslan ile demokrasi üzerine konuştuk




Konuşan:Musa Argüç


Musa Argüç: Demokrasinin kısa bir tarifini nasıl yapabiliriz? Doğuşu ve tarihteki uygulamaları nasıl olmuştur?

Abdurrahman Arslan: Demokrasi teorik olarak toplumun temsilcileri vasıtasıyla kendi kendisini yönetmesi olarak tanımlanır. Daha doğrusu toplumun kendi meseleleriyle ilgili karar verme süreçlerine katılması şeklinde tarif edilir. Yani özet bir ifadeyle bir yönetim/ yönetilme tarzı olarak anlaşılmaktadır. Demokrasi düşünce ve pratik olarak eski yunana kadar uzanır; fakat zenginleşmesi ve bugün yaşadığımız gibi dünya ölçeğinde yaygınlık kazanması daha çok 1789 Fransız devrimiyle beraber olmuştur diyebiliriz. Şu da var ki, modern demokrasinin tarihi her ne kadar 1789 Fransız devrimiyle başlatılsa da esas kaynağının 1640 İngiliz devrimi olduğu söylenir. Yinede krala ve kilise otoritesine karşı çıkmak, parlamentonun üstünlüğüne vurgu yapmak bu iki devriminde önemli tarafını teşkil eder. Bilhassa insan hakları ve anayasal güvence öne çıkartılarak kurumsal demokrasinin inşa edilmesi İngiliz devrimine çok şey borçludur. İlk defa sosyal eşitlik, otoritenin halkın kontrolü altında olması gibi ilkeler bu dönemde söz konusu edilmiştir. Kırallık ve kilise gibi otoriter yapılar karşısında bunların dile getirilmesinin batı tarihinde önemli olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Musa Argüç: Batıdaki uygulamalarından ziyade 3. Dünya ülkeleri ve İslam coğrafyasında tatbik edilmesinde yaşanan çelişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? (Örnek Diktatörlerin tek aday olarak çıkıp kendilerini seçtirmeleri Parti kapatmaları İhtilaller v.b.)

Abdurrahman Arslan: Batı tarihindeki uygulamaları da eski yunanı örnek alırsak hiçte iç açıcı değil. Günümüzde küreselleşmeyle beraber fazlasıyla kirletilmiş ve istismar edilmekte olan bir kavram olduğunu söyleyeceğim ama oldukça eskiye dayanan kendi kökleri de fazla temiz ve sicili düzgün sayılmaz. Eski yunan demokrasisinde sıkça ve hayranlıkla bahsedildiği bilinir. Ne var ki demokrasiyle yönetilen bu toplumda kırk köleye karşı sadece bir özgür insan düştüğünü görüyoruz. Başta kadın olmak üzere ev halkı ve üretim “araçlarından" sayılan kölelerin bu demokrasiden ne kadar nasiplendiklerini söylemeye gerek yok. Buna karşılık demokrasinin esas gelişip zenginleştiği dönem yeni çağdır. Bilhassa Fransız devrimiyle beraber burjuva sınıfı hem kral'a hem de kilise otoritesine ve yönetim tarzına karşı halkın idaresi sayılan demokrasi, uğrunda mücadele edilen bir ideal olmuştur. Eşitlik vaat etmiştir ama hayatın pratiğinde hep eşitsizliği üretmiştir. Demokrasi batıda görülen tarihsel uygulaması içinde özgürlük getirdiği fikrine dayanır. Ne var ki işçi sınıfının bundan çok faydalandığını söyleyemiyoruz. Ama yinede Kralık ya da otoriter/totaliter yönetim biçimleri karşısında insanlar için her zaman kurtarıcı bir imkan ol- muştur. Bilhassa 20. y.y. içinde batıda yaşanan Nazizm ve komünizm gibi totaliter toplum ve devlet yapılarına/ yönetimlerine karşı özgürlükçü bir yönetim tarzı olarak görüldüğünden demokrasinin bilhassa soğuk savaşın bitimi ve küreselleşmeyle beraber batının elinde ideolojik bir silaha dönüştüğünü görmekteyiz. Şunu belirtmemiz gerekir ki demokrasi batı dışı toplumların ithal etmeye çalıştığı fakat hep karaborsada tutulan bir düş olma özelliği taşıdı. Fakat şunu da hemen burada belirtmem gerekir ki demokrasi nötr yada masum bir araç değildir ve istenildiğinde hemen herhangi bir topluma uygulanması da kolay olmaz. Şu kadarını söyleyerek geçeyim; demokrasi kendinde bir zihniyet biçimine içkin dolayısıyla belirli bir dünya görüşünün taşıyıcısı olduğundan ithali ve uygulanması kolay değildir. Fakat işin bu boyutu bugün Müslümanlarında yaptığı gibi, hep ihmal edilmiştir. Buna rağmen üçüncü dünya ülkeleri söz konusu olduğunda; batı en kötü uygulamasıyla bile olsa bu toplumların demokrasi aracılığı ile kendi iradi tercihlerini kullan- malarına asla müsaade etmemiştir. Bu yüzden de neredeyse yüzyıllık bir tarihin büyük bir kısmını kendi yandaşı sayılacak totaliter idareler, krallar, askeri rejimleri destekleyerek batı bu toplumların özgürlüğüne karşı duyarsız kaldı. Nitekim iyi kötü birazcık eskiye dayalı bir demokrasi deneyimi olan Türkiye'nin dört defa askeri müdahalelerden geçmiş olması, batının özgürlükle ilgili niyetini anlamamıza yardımcı olacaktır. Çıkar söz konusu olduğunda insanların nasıl yönetildikleri batıyı fazla ilgilendirmiyor; en az dört yüzyıldan beri dünyayı sömürerek yaşadığından bu ilişkinin bozulmasına müsaade etmez batı. Söz gelimi ortadoğuya, şimdi çıkarı öyle istediği için demokrasi getir meyeçalışan, hayır yanlış bir ifade oldu, demokrasi dayatan batı; Venezüella'da demokratik bir rejimi ve onun liderini çıkarına ters düştüğü için alaşağı etmeye çalışıyor. Uzağa gitmeye gerek yok, yakına ortadoğuya gelelim. Yaklaşık son 5-6 yıl içinde Ortadoğu'da kendi destekleriyle zamanında başa getirdikleri Kralların yerine tek tek oğullarının geçirildiğine şahit olduk. Fas, Tunus, Ürdün hatta kral olmasa bile Suriye (Yakında mısır olma ihtimalide var) de babalarının yerine oğulları geçirildi. Bu değişimlerin batıdan bağımsız, onların onayı alınmadan gerçekleştiğini düşünmek saflık olur. Ha demek ki bugün batının İslam dünyası için öngördüğü demokratik modelleme onun çıkarına uygun düşmesindendir; yoksa Müslümanları çok sevdiklerinden değil.

Musa Argüç: İslam dünyasında, demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak kabul edip, meşru görerek savunan aydınların bu yaklaşımları hakkında ne söyleyebiliriz? Yönetim biçiminden ziyade, hükmedilecek kaynağın ne olacağının göz ardı edildiği söylenebilir mi?

Abdurrahman Arslan
: Son zamanlarda moda haline gelen demokratlık; bilhassa Müslü- manların müdafaasını yapmaya çalıştıkları demokratlığı, aşağılık kompleksi ile malul, üçüncü dünyacı demokratlık saymamız gerekiyor. Müslümanların üzerinde ve zihninde iğreti durduğu her halinden belli olan bu demokratlığın kendine ait tarihsel, felsefi zeminini, anlam dünyasını, meşruiyetini nereden aldığını ve hayatın pratiğinde neye tekabül ettiğini tahlil etmelerinde fayda olduğuna inanmaktayım. Zira bizim aydınlar birçok şeyde olduğu gibi, demokrasiyi salt bir yöntim tarzına indirgeyerek, onu kendi tarihsel tecrübesinden ve anlam dünyasından koparmaktadırlar. Batıdaki işçi sınıfı için ne kadar özgürlük ve eşitlik getirdiği malum. Demokrasi çok zaman seçim ve temsile indirgenerek nötr bir olgu, değerden bağımsız teknik bir mesele şeklinde anlaşılmaktadır.Kanımca böyle indirgemeci bir tanım, demokrasiye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü demokrasiyi araçsallaştırmak, sonrada onu kendine göre tanımlamak bizim gibi ülkelerin, üçüncü dünya aydınlarının köylü kurnazlığının bir ifadesi saymak gerekiyor. Demokrasi her şeyden önce belirli bir tarz içinde düşünme, algılama ve sorun çözme yoludur; üstelik varsayıldığından oldukça fazla ideolojik bir içeriğe sahiptir. Demokratik tecrübe ve demokrasi mefhumu bu yüzden batılı tecrübe ve tarihsel, felsefi, kültürel değerlerden bağımsız olamamakta, batılı dünya görüşünün taşıyıcısı olma özelliği taşımaktadır.Bu sebeplerden dolayı demokrasi hiçbir zaman taşıdığı batılı dünya görüşünden bağımsız ele alınamaz. Demokratik bir zihniyetin ve demokratik süreçlerde toplumun kendi sorunlarıyla ilgili kararlar alınırken ve çözüm yolları önerilirken neyin referans alındığı, çok zaman gözardı edilse de, bu noktaya dikkat edilmesi gerekir. Zira toplum, kendi sorunlarını çözerken alınacak kararların her şeyden evvel "Establishment"in,yani kurulu düzenin belirlediği çerçevenin haricine çıkma gücüne sahip değildir. Hâkim düzenin belirlenmiş güzergâhı na, işleyiş tarzına, üretmekte olduğu hâkim değerlere ters düşecek kararlarla ilgili katılımdan söz edilemez. Böyle haller marjinal oldukları sürece ancak tolere edilebilirler. Burada söz konusu kararların öncelikle seküler, rasyonel değerler tarafından tanımlanmış kurulu düzene ters düşmesi mümkün değildir. Sadece demokratik bir düzen yâda demokratik çözüm şekli değil, aynı zamanda demokratik tasavvur şekli de aklın dışında herhangi bir referans kaynağı veya insanın dışında bir otorite kabul etmez. Bu da islamla özünde uyumu mümkün olmayan bir düşünme, sorun çözme ve yönetme meselesi demektir. Sorun çözücü olarak referansta bulunulan islamın ilkeleri, bir kere toplumun onayını alarak meşruiyet kazanan ilkeler değildir. Bu hususta karşımıza çıkacak ve çıkması gereken farklı yorumlar, uygulanabilirliklerini toplumsal onaya borçlu olsalar da, son tahlil de referans kaynağı onay ve tartışma dışıdır. Dolayısıyla referans kaynağının bizzat kendisinin meşruiyeti topluma dayandırılamaz. Hâlbuki demokratik tahayyül bu meşruiyeti toplumda arar. Toplum,toplumun yönetimiyle ilgili olan her karar ve uygulamanın tek ve meşru kaynağı olma özelliği taşır.

Musa Argüç: Demokraside, İslam ile bir araya gelemeyecek olan en temel unsurlar nelerdir?

Abdurrahman Arslan: Demokrasi ile islamın, eğer bu ifademiz yanlış anlaşılmazsa, felsefi, vahyi temelleri bağlamında birbirleriyle uyuşmaları mümkün değil. Demokrasinin bir ideoloji, bir hayat tarzı içeren aynı zamanda da ön gördüğü ideolojiyi ve hayat tarzını benimseyenler için bir yönetme yönetilme tarzı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Demokrat olmak yada demokratik bir tahayyül "akılcılığı" esas alır. Müslümanlar demokrat olurken hangi "aklı" kendilerine esas almayı düşünüyorlar: bu "aklın" kendilerine ait olmadığını bilmeleri gerekiyor.

Musa Argüç:Türkiye'den itibaren doğuya baktığımızda toplumsal muhalefetin önünü kesmek için demokrasi oyununun kullanıldığını görmekteyiz. Başrollerinde birilerinin yer aldığı, halkın ise figüran olarak, sandık başında "bir şey yaptım" anlayışıyla kendisini tatmin ederek avuttuğu yaklaşımının sosyolojik değerlendirmesini yapar mısınız?

Abdurrahman Arslan
: Nasıl bir dünyada yaşadığımız önemli olduğu kadar; bu dünyada bizim değerlerimize ve gelecek ideallerimize uygun olmayan süreçler hâkimse, bunlara ne adına ve nasıl karşı çıkacağımız önemlidir. Böyle bir dünyayı tanıma hususunda tahlilde bulunmadan, baskılardan kurtulup öz gür olmak umuduyla demokrasi gibi sihirli anlam yüklenen bir kavram peşinde koşmak hayal kırıklığı ile neticelenmesi muhtemel bir arayış olabilir. Çok zaman hiç mümkün değilken içerik anlamını kendimizce yeniden inşa ederek kullanmak üzere kutsamaya çalıştığımız günümüz postmodernizmin liberal demokrasi anlayışı, hem kendi tarihsel pratiği, hem de günümüzde kazandığı yeni içeriği ile tahlil edilmeyi bekliyor. Günümüzün dünyasını "demokrasi" ve "totaliterlik" gibi iki kategoriye ayırmaya çalışanların daha öncede özgür dünya ve demir perde şeklinde bir ayrımda bulunmuşlardı, maksadı sadece insanlar için özgürlük ortamı inşa etmek değil. Bu günde Müslümanlar, bakıyoruz ki bu iki kategoriden birini tercihle karşı karşıya bırakılmaya çalışılıyor. İki kutuplu olmaya itilen böyle bir ortamda, sorun bunlar arasında bir tercih yapmak değil, üçüncü bir imkân üzerinde müslümanca kafa yormaktır. Dolayısıyla 28 Şubatla gelen baskıyı bahane ederek, özgürlüğün insanoğlu için tek im- kânıymış gibi, liberal demokrasiye yapılan aşırı vurgu, neredeyse her derde deva gibi, her sorunun tek çözüm yolu şeklinde görülmesini, Müslümanlar adına yadırgıyorum. Bu yolun dışında aradığımız nispette Allah'ın rahmetini bulma imkânımızın olduğunu unutmamalıyız. Hiç şüphe yok ki Müslümanlar totaliter ve baskıcı yönetimlerden yana olamazlar. İslam, Müslümanlara zalimlerin safında yer almayı bir kenara bırakalım, bunu düşünmelerini bile kabul etmez; özgürlük ve özgürleşme adalet adına ancak mazlumların yanında ve onlarla birlikte elde edilecek bir kazanımdır. Dolayısıyla bütün özgürleşme imkan ve umutlarını neo liberalizmin bütün İslam dünyasına dayatmakta olduğu demokratik imkanlarda aramak, yanıltıcı bir düşünce olmaya mahkumdur. Zira demokrasi bir yönetme, yönetilme meselesine indirgenemez; onun bizzat kendi tarihi böyle olmadığı hususunda öğretici derslerle doludur. Sorun burada özgürlüğe karşı çıkmak yada yanlış anlaşılmaktan doğacak totaliter yönetimleri onaylamak değil; Sorun Müslümanlara dayatılan demokratlık ve/ veya demokrasi ideolojisini uygulamak isteyen küresel gücün pekte gizlemeye ihtiyaç duymadığı niyeti ve demokrasi dediğimiz şeye yüklenen işlevdir. Bu gün demokrasinin imkânlarıyla Müslüman toplumlar "şeffaf" hale getirilmek isteniyor. Demokrasi adına kurulacak bütün kurum ve araçlarla ki sivil toplum kuruluşlarının çoğaltılması buna matuftur Müslüman toplumların çözülmeye uğratılarak kontrol altına alınması istenmektedir. İslamın değerleri, ilkeleri, idealleriyle beraber Müslümanların hayat tarzının çözülmesi halinde; İslam dünyasının küreselleşme karşısında bir muhalif olarak kalmaya devam edeceğine inanılmaktadır. Müslümanların böyle bir durumun getirdiği sorumluluğun üzerinde yeteri kadar düşündüklerinden emin değilim.

Musa Argüç:Demokrasi.ABD, İngiltere, İsrail gibi emperyalist zihniyetin, 3. dünya ülkelerini hegemonyası altına alabilmek için kullandıkları modern bir işgal yöntemi midir.?

Abdurrahman Arslan: Makro, otoriter ve totaliter rejimler karşısında insanlar için özgür yönetilme/ yönetme imkânı olarak görünse de, günümüz medya tarafından manipüle edilen toplumlarını çözmenin siyasal "aygıtı" olma hüviyeti kazanmıştır. Çözmeyi, sadece ulus devlet düzeyinde kastetmiyorum, aynı zamanda çok daha fazla önemli saymamız gereken, toplumun değerler sisteminde de çözülmeye uğratılması demek, bir toplumun hayat tarzının, yaşama alışkanlıklarının, tüketim tarzının bütünüyle işlevsiz kılınması, toplumun bütünüyle korunmasız kılınması demektir. Günümüzün "öznesi olmayan" yeni emperyalizmi için bu önemlidir. Bugün hegemonya bir hayat tarzı olarak kendini insanlara dayatmaktadır. Oda daha tehlikeli, çok daha güçlü bir hegemonya demektir ki. Böyle bir durumdan kurtuluş, hayatı yeniden tanımlayabilirsek ancak mümkün olabilir.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

nexium prescriptions assistance programs astrazeneca [url=http://www.box.net/shared/opf4h4829g]Nexium without Prescription Online [/url] pharmacy plans that will cover valtrex cealis prescription online generic xenical mexico [url=http://www.box.net/shared/9qpzixqxhi]No Prescription Needed Clomid Yahoo
[/url] does clomid require a over the counter