13 Kasım 2007 Salı

BALONUN İÇİNDE NE VAR?

SENAİ DEMİRCİ





Batı iktidar heveslisidir, güç endeksli yaşamayı önerir. Güçlülerin haklılığına doğru açar yelkenlerini çoğu kez. Batı için “büyük”lük, diğerini ezmeye, çaresiz bırakmaya, gerekirse yok etmeye ayarlıdır. Batı’nın “şehir”i dibinde kalanların sinek kadar küçüldüğü, zirvesine çıkanların her şeyi ayakları altına aldığı gökdelenlerin omuzunda yükselir.

Batı’nın “fetih”i de, uzaya “meydan okuyan” Challenger’lerin kanatları altında ilerler.
“Affet gitsin kızını, büyüklük sende kalsın!”da gizli bir büyüklük tarifinin izini bulman hayli zor Batı’nın hayat anlayışında. Çünkü, affettiğin zaman varlık alanını daraltırsın; sana yapılan bir hata yüzünden kendi varlığına getirilen sınırlamaya razı olursun; yani küçülürsün. “Büyüklük” bunun neresinde ki? “Yükselmek” de başkalarını küçültme, küçük görme, küçümseme, aşağılama gibi bedeller ister Batı’nın mütebessim yüzünün altında gizlediği felsefeye göre. Yatay düzlemde genişleyerek, çorbanı komşunla paylaşarak, kendi varlığından ve emvalinden eksilterek “yükselme” seçeneğin yoktur Batı’nın düşünürlerine göre. Kazanman için kaybettirmen gerekir; eldeki mal sınırlıdır çünkü; sahip olduklarının sınırsız verenle, sonsuza çağıranla -sözüm ona- bir ilişkisi yoktur. “Fetih” kelimesinin bizim de unuttuğumuz “açma” anlamı, Batı’nın baskın ve zorlayıcı pratiği bizim ilkelerimizi oluşturmaya başladı başlayalı “işgal etme”ye, “kuşatma”ya, “hükmetme”ye dönüşüverdi. Oysa, sadece 50-100 yıllık Batı hâkimiyetine tanık olan yirminci yüzyıl, Afrika’nın en güney ucundan Asya’nın steplerine, Yeni Zelanda açıklarından Pasifik adalarının yalnızlığına kadar uzanan yüzlerce sömürge oluşturduğu halde, beş yüz yılı aşan Osmanlı fetihlerinde bir tek “sömürge”ye rastlanmaz.

“Fetih” fethedilen yere özgürlük sunar, ama işgal ve kuşatma vardığı yeri tutsak kılar, orayı başka yeri çoğaltmak adına eksiltir. (İşin doğrusu, her Avrupa seyahatimde, düzenli ve gelişmiş şehirleri bir taraftan hayranlıkla seyrederken bir taraftan dipten gelen kan ve barut kokusunu da hissederim. Ama İstanbul’un tozunu yutarken, trafiğinde bunalırken, atalarımızın meselâ bir Afrikalı çocuğun haklarını, hayallerini ve hayatını yok edip bize metro yaptığını hatırlamak zorunda kalmam!)

Aslında, Batı medeniyetinin şu andaki göz kamaştırıcı başarısı da, kuvvet endeksli yaşamasının bir sonucudur. Osmanlı’yı sözüm ona geride bırakıp Avrupa’yı ileri taşıyan sır Batı aklının kâinatın yüzünde keşfettiği her gerçeği iktidara ve kuvvete araç yapma yatkınlığıdır. Örneğin, bir Osmanlı uçabileceğini keşfettiğinde sadece uçmayı keşfetmiş olur; ama bir Batılı uçabileceğini keşfettiği an düşman birliklerinin üstüne bomba ve düşman siperlerinin arkasına asker indirebileceğini fark eder. (Çanakkale Savaşı’nın, uçaktan bomba atmanın ilk tatbikatı olduğunu biliyor musun?)

Bir ağacın meyvesinde açığa çıkmaz mı çekirdeğinin kimliği? Çekirdeği, yani niyeti bu kadar açığa çıkmış bir medeniyetin şimdilerde bize sunduğu “kişisel gelişim”lerin çekirdeğinde, özünde neler saklı acaba?

Ünlü bir kişisel gelişimcinin ünlü bir kitabının başlığını okuyalım: “İçindeki Devi Uyandır!” Biraz gökdelen edâsı taşımıyor mu sence de? Çoğu kişisel gelişim kitaplarının ortak vurgusu olan “başarı” nasıl tanımlanıyor, bir hatırlamaya çalış... Bize sunulan başarı öykülerinde çocuğunun tedavisi için tarlasını kaybeden, dükkanını kapatan biri var mı? Müşterisini hiç siftah edememiş komşusuna yönlendirmek var mı başarılı “pazarlama teknikleri” arasında? Hangi tanıtım stratejisinde kusurlu olduğunu kabullenmek de sıralanır?

Bizi içi boş bir balon gibi şişirmeye çalışan, daha daha büyük olmamız için içeriğimizden taviz vererek hacmimizi, yani kapladığımız alanı genişletmeye teşvik eden bir “gelişim”in dağarcığında, “vicdanının sesini dinlemek”, “tahammül etmek”, “sabır göstermek”, “niyetini güzelleştirmek”, “hüzünlenmek” gibi kavramlar yok, olamaz, olmasını ummamalısın da... Niye ki?

Vicdanımız bizi ötelere bağlar; varlığımızın kendi başına sivrilemeyeceğini, başkalarını küçülterek, diğerini daraltarak gerçek anlamıyla var olamayacağımızı fısıldar bize. Bu yüzden, sık sık bizi “komşumuz açken tok yattığımız” için rahatsız eder, uykudan dürter, durdurur, başımızı iki elimizin arasına koydurur, pürüz çıkarır, sorun olur. Kazanmayı borsa brokerlerinin üstten bakan, fırsatçı, rekabetçi, acımasız, pazarlıklı, kendisinden başkasını düşünmeyen edasıyla afişleştiren Batı medeniyetinin, telaşlı koridorlarında vicdanın sesi lüzumsuz bir gürültü artığıdır. Paran kadar konuştuğun yerde, hakkını kuvvetinle ölçtüğün meydanda, tahammül ve sabır, iyi niyet ve hüzün ayak bağıdır; gereksiz hız kesiciler gibidir; hızını keser, konforunu bozar.

“Ameller niyetlere göredir” der kutlu Nebi [sas]. Balon gibi şişirilen benliklerimizin içine üflenmiş ruha dikkatimizi çeker. Erdemi maskeli balonların yüzündeki renklere indirgeyenlerin kulakları çınlar mı acaba?


Hiç yorum yok: