6 Kasım 2007 Salı

"AVRUPA İSLAMI" YA DA İSLAM'IN BATIL(I)LAŞTIRILMASI






ABDULLAH YILDIZ

Hakk'a batıl elbise giydirip de bile bile hakkı gizlemeyin! (2/42)

Ey kitap ehli! Niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz? (3/71)


17 Aralık 2004 AB Brüksel Zirvesinde, 3 Ekim 2005 tarihi itibariyle Türkiye'nin AB üyeliği için müzakere sürecine başlanması kararının çıkması ve 80 milyonluk "Müslüman Türkiye"nin Avrupa Birliği içinde yer alma ihtimalinin güçlenmesi, Avrupa'da yaşayan ve sayıları böyle bir katılımla birkaç kat daha artabilecek olan Müslüman azınlığın (ve dolayısıyla da İslam'ın) Avrupa'ya uyarlanması;"Euro-İslam" (Avrupa İslamı) tartışmalarına hız kazandırdı.

AB Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi'nde, 'Müslüman' Türkiye'ye karşı, nüfus dolaşımı başta olmak üzere çeşitli konularda "daimi korunma tedbirlerinin düşünülebileceği" şerhinin yer alması ve üyelik dışında "ayrıcalıklı ortaklık" formülünün yedekte tutulması türünden tedbirlerle; Fransa'daki başörtüsü yasakları, Bernard Lewis'in "Yüzyılın sonuna kadar Avrupa İslamlaşacak" şeklindeki kışkırtıcı tezi ve nihayet ünlü Time dergisinin daha da tahrik edici biçimde "başörtülü Mona Liza" fotoğrafını kapak yapması gibi birbirinden çok farklı gözüken gelişmeler, Batı'daki kadim İslam-fobinin çeşitli göstergeleri olarak okunabilir.

Aslında, AB'nin, ABD'nin ve Türkiye'de İslam'la 'hesabı' olan odakların, Türkiye'nin AB'ye girişini, Müslümanları 'ehlileştirerek' İslam'ın önünü almak açısından eritici pota olmak bağlamında elverişli bir fırsat olarak değerlendirdikleri biliniyor. Hatta AB çevrelerinin, daha Birliğe dahil etmeden Türkiye Müslümanlarını İslami değerlerden mümkün olduğunca yalıtma ve Avrupa değerlerine 'uyumlu' hale getirme operasyonlarına başladıkları ve bu yönde Türkiye yönetimine baskı yaptıkları da açıkça görülüyor. Bu konuda hayli mütehevvir olan Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı ve Avrupa Konvansiyonu Başkanı Valery Giscard D'estaing,"Türkiye'nin AB üyeliğinin kabulü Avrupa'nın sonu demektir" diyerek, bu uyumlulaştırma operasyonunun zaruretini hatırlatıyor. Fransa'nın şimdiki Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da, aynı şekilde, Türkiye'nin AB üyeliğini köklü değer değişikliği şartına bağlıyor: "...Elbette bu durum, Türkiye'nin bizim arzuladığımız herşeye katılmasını doğal olarak gerektirmektedir. Başka bir ifadeyle Türkiye'nin değerlerini, yaşam tarzını, kurallarını derinden değiştirmesi gerekmektedir. ...Türkiye'nin bizim topluluk müktesebatı olarak adlandırdığımız her şeye uyum sağlaması yani piyasa ekonomisi alanında olduğu kadar, insan hakları alanında da bizim için çok değerli olan kuralları, yaşam tarzını benimsemesi için 10, 15, 20 yıl, tam olarak bilemiyorum, ancak 10 veya 15 yıl sürecek kayda değer çabalar göstermesi gerekecektir. Bizim paylaştığımız tüm değerleri ve kuralları benimsemesi ve bunun için Türkiye'nin kayda değer çabalar göstermesi gerekmektedir."1 Anlaşılan o ki, Batı'nın Müslümanlara ve İslam'a kesinlikle tahammülü yok.
Amaçları Avrupa'da yaşamakta olan ve AB'ye dahil edilmesi öngörülen tüm Müslümanları İslami değerlerden soyutlayıp Batıl(ı) yaşam tarzına ve değerlere uyumlu hale getirmek olan AB ülkeleri, bu çerçevede kendi değerlerine itiraz etmeyen, aksine yaşam tarzlarını ve değerlerini onaylayan yeni bir İslam yorumu (Euro-İslam) üretme; Kur'ani tabirle "Hakk'a batıl elbise giydirme"(2/42; 3/71) planını uygulamaya koymuş bulunuyorlar.
Burada, Avrupa'nın yeni bir İslam yorumu üretme ya da başka bir ifadeyle İslam'ı kendisine benzetme çabasının altında yatan tarihi ve sosyolojik sebepleri iyi analiz etmek zorundayız.
Tarihin Kırılma Anı: Kolomb "Kudüs'ün Fethi İçin" Amerika'da
Kristof Kolomb'un Amerika'ya ayak basmasından (12 Ekim 1492) birkaç ay sonra (3 Mayıs 1493) Papa VI. Alexandre şu fetvayı yayınlamıştı: "Keşfedilen ve keşfedilecek dünyalar İspanya ile Portekiz arasında paylaşılmalı, din ve Katolik imanı yüceltilip yayılmalı (...) ve barbar halklar boyunduruk altına alınıp Hıristiyanlaştırılmalıdır."2
Dahası, Kolomb, seyir defterinin 26 Aralık 1492 Çarşamba tarihli sayfasına kendi el yazısı ile yazdığı notta, İspanya Kralına hitaben, "Siz yüce Efendimiz için giriştiğim bu yolculuğa" diye başladığı sözlerine şöyle devam ediyordu: "Kazancımın tümü Kudüs'ün fethi için kullanılacaktır." Amerika diye bir kıtanın varlığına inanmayan, Hindistan diye ayak bastığı yerin Amerika olduğuna ölüm döşeğinde bile bir türlü ikna edilemeyen Kolomb (notlarında hep 'Hintliler'den söz etmiştir; İngilizce'de Kızılderililer için 'Hintli' (İndian) teriminin kullanılması da bu sebepledir), "Hindistan"dan getireceği altınlarla Kudüs'ün Hıristiyanlar tarafından yeniden alınmasını tasarlıyordu.3

Papa'nın fetvasında ifadesini bulan ve Kolomb'un fitilini ateşlediği 'Barbar halkları' Hıristiyanlaştırma ve boyunduruk altına alma süreci çok hızlı ve vahşice gelişti. Kolomb Amerika'ya ayak bastığında, yaklaşık 80 milyon olan Kıta nüfusu, 16.yüzyıl ortasında (60 yıl sonra) 10 milyona inmişti... Hıristiyan 'Batılılar' bu süre içinde 70 milyon insanı katletmeyi başarmışlardı... 16.yüzyılın başında dünya nüfusunun yaklaşık 400 milyon civarında olduğu düşünülürse, yarım yüzyıllık bir dönemde 70 milyon insanı yok etmek 'büyük bir başarı' olmalıydı... Batı'nın 'başarıları' ondan sonra da devam etti... 15.yüzyılın son on yılında başlayan macera, izleyen yüzyıllarda da hep aynı minval üzere yol almaya devam edecek, retorik değişse de Batılı'nın misyonu değişmeyecekti: 'Uygarlık yoksunu vahşileri', Hıristiyanlaştırmak, uygarlaştırmak, onları Batı'nın bir benzeri olmayan "üstün" uygarlığıyla tanıştırmak, kalkındırmak, modernleştirmek, 'uyumlandırmak', küreselleştirmek, velhasıl 'adam etmek'!4
Kolomb'dan itibaren, Avrupa dışındaki dünyanın büyük bölümünü sömürgeleştirip önemli bir bölümünü de Hıristiyanlaştıran Batı, -modern retorikle- tüm dünyayı 'uygarlaştırma', 'küreselleştirme' yani kendisine benzetme sürecinde İslam engeline takılmış bulunuyor.
Avrupamerkezcilik: "Ya Bizim Değerlerimizi Benimsersiniz Ya da..."
Kolomb sonrası süreçte; sadece Amerika'da değil, Avrupalıların ayak bastığı her yerde, Afrika'da, Güney Asya'da, Avustralya'da.. aynı vahşi katliamlar, sömürgeleştirme ve Hıristiyanlaştırma operasyonları devam etti. Sömürgeleştirilen geniş coğrafyalardan taşınan altın ve gümüşle hızla zenginleşen Avrupa her alanda büyük değişimler, dönüşümler yaşadı. Kolonyalizmin merkez üssü haline gelen bu coğrafyada Firavun-Karun misillü "kibir, kendini beğenmişlik, haddi aşma, zorbalık" (Kasas/4, 39, 46, 76-79) temelli yeni bir dünya kuruldu.
"Batı, dünyayı kazandıysa, bu, kültürünün, dininin ya da değerlerinin üstünlüğünden değil, örgütlü şiddeti kullanmadaki üstünlüğündendir. Batılıların ekseri unuttuğu, diğerlerinin de asla akıl etmediği gerçek budur..." (Samuel P. Huntington)5
Batılılara göre; "oluşmakta olan bu yeni dünya maddi olarak ve daha başka pek çok bakımdan, hem aynı yörelerdeki daha eski biçimlerden (sözgelimi feodal Avrupa'dan) hem de dünyanın başka bölgelerinden (yakın komşu olarak olarak İslamiyet'i benimsemiş Doğu dünyası, daha uzakta ise Uzakdoğu bölgeleri) kesinlikle daha üstündü."6 Samir Amin'e göre, Avrupa'da gelişen Aydınlanma kültürü, bu üstünlük ile evrenselci tasarısını uzlaştırmayı başaramadığı için giderek ırkçılığa saplandı. Önceleri karşı çıktığı Hıristiyanlık'ın evrenselcilik özlemiyle buluşmayı uman Kapitalist ideolojinin bunu başaramaması, dahası zihniyet planında başkaları hakkında oluşan önyargılar, umursamazlıklar, ırkçı ve şiddetçi tutumlar 'Avrupamerkezcilik' dediğimiz mütehakkim olguya vücut verdi. S.Amin, Avrupamerkezci görüşü şöyle özetler:
"Avrupalı Batı dünyası, askeri güç de içinde olmak üzere, yalnızca maddi gücün ve zenginliğin dünyası değildir; aynı zamanda bilimsel zihniyetin, akılcılığın, pratik becerinin ve bunların yanısıra hoşgörünün, fikir çeşitliliğinin, insan hakları ve demokrasi saygısının, belli bir eşitlik -en azından hak ve fırsat eşitliği- ve toplumsal adalet kaygısının da egemen olduğu bir dünyadır. Yani gelmiş geçmiş dünyaların en iyisidir. Tek tek ele alındıklarında oldukça inandırıcı olguları sıralamakla yetinen bu ilk sav, ondan türetilen ikinci bir savla, diğer dünyaların -sosyalist Doğu'nun ve azgelişmiş Güney'in- yukarıda belirttiğimiz alanlarda (zenginlik, demokrasi, hatta toplumsal adalet) hiçbir şey sunabilecek durumda olmadığı savıyla güçlendirilmiştir. Tam tersine bunlar, ancak Batı'yı taklit ederek ilerleyebilirler."7

Sonuç olarak, dünya için Avrupalılaşmak gereğinin dayattığı gelecekten başka bir geleceğin düşünülemeyeceğini öne süren, bunun için de Avrupa'nın üstünlüğünü sağlayan reçetelerin (girişim özgürlüğü ve pazar, laiklik ve seçimlere dayalı çoğulcu demokrasi) uygulanmasını zaruri gören Avrupamerkezci görüş, Avrupa dışındaki toplumlar için sadece iki seçenek bırakmaktadır: "Ya Avrupalılaşmayı kabul edecek ve bunun gerektirdiği içselleştirmeyi gerçekleştirecekler ya da Avrupalılaşmaya karşı çıkıp onları kaçınılmaz olarak çöküşe sürükleyecek bir çıkmaza girecekler." 8
Başkalarından öğrenecekleri hiçbir şey olmadığına inanan ve Batı uygarlığını insanlığın ulaşabileceği son merhale olarak gören Avrupamerkezci görüş, Kur'an'ın sık sık olumsuzladığı istikbar ve istiğna duygusunun ve bunun sonucunda haddi aşıp zulüm ve adaletsizliği sistem haline getirmenin tipik bir örnekliği olarak karşımızdadır.

Dahası, Avrupa'nın "üstünlük" vesilesi olarak gördüğü ve çokça övündüğü demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi değerlerin daha ziyade "kendileri için" geçerli olduğu, "öteki"ler sözkonusu olduğunda bunların ve de çokkültürlülük edebiyatının havada kaldığı gerçeğinin altını çizmeliyiz.
Batı'da Yükselen İslam-Fobi, Kadim "Ötekilik İdeolojisi" ve 'Başörtülü' Mona Liza
Avrupalılar Yunan ve Roma'dan beri "vahşi barbarlar"ın, mağaralarından ve ormanlarından çıkıp "medeni" Batılıları yataklarındayken boğazlayacakları korkusuyla yaşadılar. 'Yunanca konuşamayan kişi' demek olan "barbaroi"den türeyen "barbar" kavramı (akıl ve zihin yetenekleri gelişmemiş, muhakeme gücünden yoksun, mantıklı hareket edemeyen vahşi yaratıklar) Batılı zihinde önemli bir yer tutar. Roma edebiyatı "barbar"ların vahşiliklerinin sergilendiği korkunç sahnelerle doludur. Bu tür edebiyat ürünleri ve diğer faktörlerle inşa edilen "ötekilik ideolojisi"; "medeni - gayrı medeni", "iyi insanlar - kötü insanlar / barbarlar" ayırımına, daha açıkçası "biz" ve "onlar" ikilemine dayanır.9 Bu iki kalın çizginin günümüz Avrupa'sında canlılığını hangi oranda koruduğunu tespit sadedinde, İtalya Başbakanı Berlusconi'nin 11 Eylül sonrasında sarfettiği "Uygar Batı, İslam dünyasını ve diğerlerini medenileştirmek zorunda" şeklindeki sözlerini hatırlayabiliriz. Ayrıca konumuz açısından, bu cümlenin Avrupamerkezci bir vurgu taşıdığını da söylemeliyiz.

Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığı resmi din kabul etmesini izleyen süreçte; Hıristiyan Avrupa'nın önce 7. ve 8.yüzyılda hem İspanya hem de Bizans cihetinden Müslüman Arap akınlarıyla sarsılması, sonra da 11.yüzyılda Selçukluların Anadolu'yu Bizans'tan almalarının ardından başlayan Haçlı Seferlerinin iki yüzyıl (11.yüzyıl sonu - 13.yüzyıl sonu) sürmesi, Batılı zihinde Müslümanların "barbar öteki" olarak tanımlanmasını intaç etti. İslam dünyasının Batı karşısında en güçlü ve etkili temsilcisi haline gelen Osmanlıların 1453'te İstanbul'u fethetmesi, Ortaçağ sonlarında Avrupa'da canlanan İslam düşmanlığını bir anlamda İslam-fobiye dönüştürdü. Osmanlılara karşı Avrupa'da bu tarihten itibaren adım adım oluşmaya başlayan Kutsal İttifak, 1571 İnebahtı ve 1683 Viyana Kuşatması'nın Osmanlı Devleti açısından bozguna dönüşmesiyle büyük ivme kazandı. Osmanlıların çöküş sürecine girmesiyle "Şark Meselesi", "Hasta Adam" söylemleriyle Müslümanları Avrupa'dan kazıma histerisine dönüşen İslam düşmanlığı, -Sırpların Bosna katliamı örneğinde görüldüğü üzere- zamanımıza kadar süregeldi.
11 Eylül 2001, Batı'daki kadim İslam düşmanlığını adeta yeniden hortlattı. Zaten, 1991'de NATO Konsepti'nin değişmesi ile "Komünizm" tehlikesinin yerine "İslam" oturtulmuştu. Bu yeni süreçte, sözde "Müslüman öfkenin kökenleri"ni araştırmaya koyulan oryantalist Bernard Lewis; İslam dünyasındaki hıncın, Batı emperyalizmi ve sömürgecilikten değil II. Viyana Kuşatması'ndan kaynaklandığını tespit ediyordu. "Yenilgiyi kabullenmeyen İslam" o gün bugündür, 1683'ün rövanşını alma arzusuyla yanıp tutuşmaktaydı, Lewis'e göre... Ünlü "Medeniyetler Çatışması" isimli makalesinde "İslam'ın kanlı sınırları"ndan söz eden Samuel Huntington da, 11 Eylül'den sonra, bu teorisine "İslam'ın kendi dışındakilerle savaşı"nı ekleyerek Lewis'i teyit ediyordu. 10

Bu bağlamda, 11 Eylül'den itibaren sıkça işittiğimiz ABD-Batı kaynaklı "İslamcı terör" edebiyatının antik Yunan ve Roma'nın 'barbar edebiyatı'ndan derin izler taşıdığını ve kadim "haçlılık bilinçaltı"nı diriltmeyi amaçladığını da ilave edelim.
Huntington ve Fukuyama gibi, geliştirdiği teorilerle ABD yönetimindeki 'neocon'lara servis sunan tarihçi Bernard Lewis'in, muhafazakar Die Welt gazetesine (28 Temmuz 2004) verdiği beyanat, tam da Avrupa'da İslam-fobinin yükseldiği bir dönemde patladı: "Avrupa en geç bu yüzyılın sonunda İslamlaşacak." Ardından Hollandalı Avrupa Komisyonu üyesi Frits Bolkestein, Leiden Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Lewis'in sözlerinden hareketle daha abartılı öngörülerde bulundu: Çok hızlı genişlemeyi sürdürürse AB'nin "patlayacağı" uyarısında bulunan Bolkestein, göçün AB'yi "büyük ölçüde bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na" dönüştürdüğü, Avrupalıların yakında azınlık haline gelecekleri, buna 83 milyon Müslüman Türk'ün eklenmesinin Avrupa'nın İslamlaşmasını daha da ilerleteceği uyarısını yaptı ve şöyle dedi: "Bugün Ankara'nın Birliğe girişine izin verirsek 1683 Viyana zaferinin ne anlamı kalır?" Konuşmasının şu kısmı ise tüm dünyada manşet oldu: "Son dönemdeki eğilimler sadece tek bir sonuca varıyor. ABD tek süper güç olarak kalacak. Çin ekonomik bir dev haline geliyor. Avrupa İslamlaştırılıyor." 11

Lewis'in beyanatı amacına ulaşmıştı, ama yetmezdi. Time dergisi, geçen ay, 'modern' Batılı kadını simgeleyen Mona Lisa'ya başörtüsü takarak kapağına taşıdı. (28 Şubat 2005) Avrupa'nın çokkültürlülük sınavından geçtiğini tartışmak bağlamında böyle kışkırtıcı bir kapak yapan ünlü derginin Avrupa'daki İslam-fobik duyarlılığa hitap ederek İslam'a karşı alınacak önlemlere hız vermeyi amaçladığı açıktı.

Müslüman Ötekinin Asimilasyonu ve Euro-İslam: İslam'ı Sulandırıp Bulandırmak
Batının yeniçeriliğini yapan Suriye asıllı Bassam Tibi ve benzerlerinin Avrupa'da yaşayan 15-20 Milyon Müslüman azınlığın asimile edilmesi amacıyla sistemleştirmeye çalıştıkları Euro-İslam / Avrupa İslamı projesi, işte bu bağlamda gündeme geldi. Tibi'ye göre; "Sorun Avrupalıların çoğunluğunun İslami olup olmaması değil, daha çok hangi İslam'ın -Şeriatçı İslam mı yoksa Avrupai İslam mı- Avrupa'da egemen olacağı" idi.

Almanya'nın Göttingen Üniversitesi'nde görevli Prof. Dr. Bassam Tibi, "Euro-İslam" projesinin ilk mimarlarından. Tibi, "Euro-İslam, kültürel bakımdan modernitenin vatandaşlık kültürüne uyarlanmış hali ise de bizzat İslamın kendisidir" diyor; ama yine onun sözlerinden Euro-İslam'ın İslam'ı kendisi olmaktan çıkarıp sulandırmayı ve "batıl"la bulandırmayı amaçladığı anlaşılıyor: "Euro-İslam laik, kültürel modernlik ve İslam'ın İbrahimi dinlere hoşgörüsünü aşan bir hoşgörü anlayışı olacaktır." Prof. Tibi'ye göre, Euro-İslam kültürel ve dini çoğulculuğu kabul etmek suretiyle, İslam egemenliği iddiasından da vazgeçecek.

Merkezi Almanya Essen'de bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı (TAM) Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, sözkonusu projeyi Tibi'den daha ileri götürüyor: Prof. Şen, Euro-İslam'ın "amentü"sünü şu beş esas üzerine oturtuyor:
• Şeriat anlayışına karşı çıkmak
• Laikliği benimsemek
• İslami yaşam tarzını sanayi toplumunun normlarına uyarlamak
• Yaşanılan ülkenin anayasasına sadık kalmak
• Çoğulcu demokrasiyi benimsemek.
Avrupa'da yaşayan Türk Müslümanların dini durumlarına ilişkin anketleri değerlendiren Prof. Şen'in geçen yıl (29-30 Eylül 2004) Antalya Belek'te yapılan konferansta sarfettiği; "Bu kesimin dini bağlarının değişime uğramamış olması ve hatta giderek artması, yaşadıkları ülkedeki toplumsal ve sosyal yaşama aktif olarak katılmadıklarından kaynaklanmaktadır" şeklindeki sözleri, sözkonusu projenin hedeflerini ele vermektedir.12

Bu projenin "Fransız / İtalyan / Alman İslamı" gibi çeşitli türevleri de aynı amacı taşıyor: İslam'ı sulandırıp bulandırmak ve sabitelerini yerlerinden oynatmak suretiyle Müslümanları omurgasızlaştırarak tamamen kendilerine benzetmek. Mesela "İslam'ın Almanlaştırılması" projesini öneren (Alman Dışişlerinin finanse ettiği) Orient Institute Başkanı Udo Steinbach; İslami öğretim dilinin Almanca olmasını, böylece hedeflenen asimilasyonun daha kolay gerçekleşmesini savunuyor. İslam dininin bu dine mensup olmayanlar tarafından ve Almanca olarak öğretilmesini içeren projeye Alman İçişleri Bakanı Otto Schily de destek veriyor.13 Shily, ünlü "en iyi entegrasyon asimilasyondur" sözünün sahibidir ve Almanya'da İslam'ın faşist uygulamalarla önünün kesilmesi yönünde çaba sarfetmektedir. Vakit gazetesinin Almanya baskısının hukuka aykırı biçimde durdurması da bu faşist uygulamaların son örneğidir. Geçen yıl, Avrupa Konseyi parlamenteri İtalyan asıllı Matteo Salvini Meclise, İtalya'daki Müslüman kadınların çarşaf, başörtüsü ya da peçe ile dolaşmasının yasaklanması yönünde bir yasa tasarısı sundu. Kuzey Ligi'ndeki diğer kafadarları da cami inşaatına yasak getirilmesini istediler. Bunu gerekçelendirirken de açıkça: "Biz onlara değil, onlar bize uyum göstermeli..." dediler. Salvini'ye rahibelerin de başörtüsü taktıkları hatırlatılması üzerine şöyle dedi: "Evet, ama Katolik rahibeler kan akıtmıyor ya da en azından henüz kamikaze rahibelerle karşılaşmadık. Güvenlik açısından Müslümanların yasalara uygun giyinmesini istiyorum..." 14

Dikkat edilirse, Batılılar kendi değerlerini ve yaşam biçimlerini, bu arada AB kriterlerini ve normlarını bir "nass" gibi kabul edip onlardan asla taviz vermemekte kararlı davranırken; her türlü tavizi ve değişimi Müslümanlardan beklemektedirler.
Hak Din İslam'a Batıl(ı) Elbise Giydirilemez!

Bugün Avrupa Birliği'nde yaşayan 15-20 Milyon Müslümana ilaveten, önümüzdeki yıllarda AB'ye alınması muhtemel Türkiye Müslümanları ve "Euro-Türkler", sözkonusu Euro-İslam projesinin hedefi durumundadırlar. Bu proje ile türetilmek istenen İslam; sadece vicdani bir inanç ve ruhsal/spiritüel tatmin çerçevesinde kalan, kendine özgü sosyal ve ahlaki ilkeleri, normları olmayan, hiçbir medeniyet iddiası taşımayan ve Batı'nın, önüne koyduğu her türlü uygulamayı veya hayat biçimini onaylayan, uyumlu, edilgen, omurgasız bir İslam'dır. Amerikalı stratejistlerce geliştirilen "Ilımlı İslam / Sivil Demokratik İslam" projelerinin hedefi de tamamen aynı şeydir. Esasen, İslam'ın ılımlılaştırılıp sulandırılarak ve batıl'la bulandırılarak dönüştürülmesi konusunda AB ve ABD (hatta Rusya, Çin, İsrail, Hindistan) ittifak halindedir.

Son olarak; Amerikalı kadın profesör Amina Wadud'un New York'taki St.John The Divine Katedrali'nde erkek ve kadınlardan oluşan cemaate Cuma namazı kıldırması (18 Mart) ile eşzamanlı olarak Pazar günü (20 Mart) Hollanda'nın Amsterdam kentinde açılışını Mısırlı feminist yazar Nevval es-Saadavi'nin yaptığı, ilk kez imamı, müezzini ve cemaati ile yalnız kadınlara özgü olan bir camiin hizmete girmesi, İslam'ı sulandırma çabalarının küresel bir projenin parçaları olduğunu ortaya koymaktadır. İslam'ın Protestanlaştırılması da denen bu tür Hakk'a batıl unsurlar bulaştırma ve eklemleme çabalarının yeni versiyonları ile önümüzdeki günlerde karşılaşabiliriz. (Bu çerçevede, nüfus cüzdanlarından 'din' hanesinin, okullardan din derslerinin kaldırılması, hoparlörle ezan okunmaması, Batı'daki eşcinsel kiliselerine benzer şekilde eşcinsellere özgü cami açma girişimleri bunlar arasında sayılabilir.)

1950'li yıllardan başlayarak sanayileşen Avrupa'nın işgücü ihtiyacını karşılamak üzere İslam ülkelerinden getirdiği Müslümanların bu ülkelerde karşılaştıkları ağır şartlara, kültürel şoklara, ırkçı saldırılara ve çeşitli problemlere rağmen bir türlü asimile olmamaları; üstelik sayılarının giderek artması Avrupa devletlerini Euro-İslam gibi projeler üretmeye sevketmiş görünüyor. Ayrıca, 1980'lerde dünyanın tanık olduğu İslami yükseliş, NATO'nun 1991'de "konsept değişikliği"ne gidişi ve 11 Eylül 2001 itibariyle ABD'nin İslam dünyasını fiilen işgale başlayışı göz önüne alındığında, İslam'ı dönüştürerek bloke etme projelerinin küresel ölçekte bir strateji olduğu anlaşılıyor.

Ancak, gerek Avrupa ve gerekse dünya Müslümanlarının yaşadıkları kimlik bunalımları, ümmet duyarlılıklarının hayli aşınmış olması ve ortak bir yapılanmadan mahrum olmaları, bu tür projeler ve saldırılar karşısında onları dirençsiz kılıyorsa da; İslam'ın her topluma, her zaman ve mekana hitap eden ve hayatın bütün alanlarını kuşatan evrensel ilkeleri, ellerinin altındaki Kur'an'da ve 'yaşayan Kur'an' olan Rasulüllah'ın oluşturduğu birey ve toplum modelinde en canlı biçimiyle istifadeye hazır olarak duruyor. Ve Müslümanlar, geçmişte olduğu gibi, bugün de asli dinamiklerinden ve sahih kaynaklarından hareketle İslam'ı bulandırmaya yönelik bu tür zihinsel saldırıları geri püskürtme imkan ve potansiyeline sahiptirler.

Allah'ın razı olduğu din olan İslam, bir tanedir; O, 'Arap İslamı', 'Türk İslamı', 'Pakistan İslamı', 'Mağrip İslamı' veya 'Light İslam', 'Euro-İslam' gibi yapay tanımlamalarla, projelerle durdurulamayacak ve mecrasından saptırılamayacak kadar dosdoğru/müstakim bir yoldur (Sırat-ı Müstakim); kendisine asla batıl bir elbise giydirilemeyecek olan Hak Din'dir.



Notlar
1 Zaman gazetesi 17.12.2004.
2 Ignacio Ramonet, Cinq siècles de colonialısme, in Manière de Voir, Polemiques sur l'histoire coloniale, Juillet - Aout 2001, s. 6; Fikret Başkaya, Çığırından Çıkmış Bir Dünya, birinci bölümden naklen.
3 Mustafa Armağan, Zaman/Turkuaz, 28.11.2004
4 Fikret Başkaya, Çığırından Çıkmış Bir Dünya, birinci bölüm.
5 F.Başkaya, a.g.e.
6 Samir Amin, Avrupamerkezcilik, çev. Mehmet Sert, Ayrıntı yay., İst-1993, s.112.
7 Samir Amin, a.g.e, s.114.
8 A.g.e., s.114.
9 Ziyaüddin Serdar-Merryl Wyn Davies-Ashis Nandy, Batı Irkçılığının Kaynakları (Bir Manifesto), çev. Fatih Bayram, Yöneliş y., İstanbul-1997, s. 34-37.
10 Abdullah Yıldız, "AB ve Öteki", Umran Dergisi, Ekim 2002 / 98
11 Christopher Caldwell, Weekly Standard Dergisi, ABD, 06 Ekim 2004.
12 Aksiyon Dergisi, 13 Eylül 2004.
13 Süddeutsche Zeitung, 27 Haziran 2002.
14 Mustafa Özcan, Yeni Asya, 05.10.2004.

Hiç yorum yok: