7 Ekim 2007 Pazar

Küreselleşme Krizi

İçiçe Geçmiş Tarihler: Avrupamerkezcilik, Çokkültürcülük ve Medya*
Robert Stam, Ella Shohat
Avusturalyalılar, Amerikalılar ve diğer yerlerde yaşayan Neo-Avrupalılar dahil olmak üzre, "en iyi düşüncelerin ve yazıların" her zaman Avrupalılar tarafından düşünüldüğü, yazıldığı farzedilmiştir. Tarih, Avrupa tarihi olarak nitelendirilir, Avrupadışı yerler tarihçi Hugh Trevor-Roper'in 1965'de yapmış olduğu ukalaca tanımla "coğrafi manzarada yer alan, fakat ilginç olmayan köşeleri tutan barbar kavimlerin seyr-ü seferi''ne indirgenir.
Her ne kadar yeni-muhafazakarlar, çokkültürcülüğü Avrupa klasiklerinin ya da "etüd alanı olarak Batı Medeniyeti"nin acilen elden çıkarılışı olarak yorumlasalar da, çokkültürcülük sadece Avrupa'ya ya da Avrupalılara değil, aynı zamanda Avrupamerkezciliğine bir saldırıdır.
Avrupamerkezci söylem karışık, çelişkili ve tarihsel olarak dengesizdir ve bu söylem Orta Asya ve Mezopotamya'dan başlayıp, saf, Batılı ve demokratik oldukları düşünülen klasik Greklere; oradan Roma İmparatorluğu'na ve nihayetinde Avrupa'nın ve Amerika'nın metropol başkentlerine ulaşan tarihsel bir süreci takip eder. Tarih Kutsal Roma, Kutsal İspanyol, Kutsal İngiltere ve Kutsal Amerika İmparatorluklarının sınırları içine sığdırılmıştır. Değişimin yegane gücü Avrupa'dır: Demokrasi, sınıfsal toplum, feodalizm, kapitalizm, sanayi devrimi vs. Böylece Avrupamerkezcilik, Batı'nın fıtri olarak demokratik kurumlar yoluyla 'ilerlemeci' tavrının altını çizer. Avrupamerkezcilik görünür, Batı demokrasisinin zaafiyetlerini örter ve Batı'nın kendi dışındaki demokrasileri harap etmedeki rolünü gizler, onları devre dışı bırakır. Avrupamerkezcilik, Batı'nın zulmünü "istisnai" veya "tesadüfi" olarak göstermeye çalışır. Batı sömürgeciliği ve köle ticareti emperyalizmin kaynağı olarak görülmez.
Avrupamerkezcilik -Avrupalı olmayanların kazanımlarını kendine mal edip kendi özünde birleştirerek- kendi kültürel antropolojisini yükseltir. Sonuç olarak, Avrupamerkezcilik, Batı kaynaklı dünyanın merkezi ve dünyanın gölgesinde kalan diğer yerlere ontolojik gerçeklik sağlayan tek -paradigmatik- çerçevedir: Resim sanatındaki Rönesans perspektifi gibi, dünya ayrıcalıklı tek noktadan canlandırılır, Tanrısal bir lütuf gibi görülen Batı düşüncesi haritalarda Avrupa'yı büyülterek, Afrika’yı ise küçülterek çizer. Avrupamerkezcilik dünyayı "Batı ve Dışında Kalanlar" (West and the Rest) olarak ikiye ayırırken, gündelik dili de Avrupa'ya dalkavukluk yapacak ikici karşıtlıklara böler: Bizim milletimiz-onların kavimleri; bizim dinlerimiz-onların batıl inançları; bizim kültürümüz-onların folklorü; bizim savunmamız-onların terörü gibi.
Avrupamerkezcilik, Asya'nın büyük bir bölümünü içine alacak şekilde Afrika ve Amerika'da Avrupalı güçler tarafından oluşturulmuş bir güçtür. Sömürgecilik Avrupalılardan önce Yunan, Roma, Aztekler ve İnkalar tarafından da uygulandı. Çoğu millet komşu bölgelerini sıkça işgal etmesine rağmen, Avrupa sömürgeciliğinin farkı, onun dünya ölçeğindeki boyutu, kiliseyle olan sıkı münasebeti, zorba şekli, dünyayı hakikat ve gücün tek "evrensel" rejimine boyun eğdirmeye çalışmasıdır. Avrupamerkezcilik aslında küreselleşen ırk-merkezciliğidir. Sömürgeci, emperyalist ve faşist mantığı destek alan Avrupamerkezcilik, sömürgeciliğin resmi bitişinden sonra bile, çağdaş çalışmalara ve temsillere nüfuz eden bir düşünce biçimi yaratmıştır. Her ne kadar sömürgeci ve Avrupamerkezci mantık içiçe geçmiş de olsa, her iki kavramın değişik ve farklı vurgulamaları vardır. İlki; sömürgeci uygulamaların masum gösterilmesidir. İkincisi sömürgeci güç ilişkilerinin normalleşmesi ve bu ilişkilerin dışında kalanlarının ise şeytanileştirilerek, Avrupa'nın kendini onlara tahammül eden şeklinde göstermesidir. Avrupa kendini erdemli, bilimsel, ilerlemeci ve hümanistik çerçevede tanımlarken, ötekilerini kusurlarıyla algılama yoluna gider ve böylece kendi tarihini sıhhileştirir.
Tabii olarak, Avrupamerkezciliğe yapılan eleştiriler Avrupalı bireylere değil, Avrupa'nın kendi içinde ve dışında ürettiği "ötekine" yönelik tarihsel baskısı üzerinedir. Bazı teorisyenlerin iddia ettiği gibi, ne Üçüncü Dünya ülke insanları fıtri bir erdeme ve cömertliğe sahiptir; ne de Avrupalılar doğuştan soykırımcıdır.
Avrupamerkezcilik bazen 'ırkçı' kelimesiyle eş anlamlı kullanılır. Her ne kadar bu iki kavram birbirlerine bağlı olsa da hiçbir şekilde eşit değildir, zira Avrupamerkezcilik Birinci ve İkinci Dünya insanlarının çoğunun, Üçüncü Dünya insanlarının ve hatta Dördüncü Dünya insanlarının okullarda ve medyalardan öğrendiği şekliyle "normal" bir görüştür. Normalleştirme sürecinde bireyler bilinçli ve pratikte ırkçılık karşıtı olmalarına rağmen, Avrupamerkezci de olabilirler.
Avrupamerkezcilik genetik bir miras olmayıp, tarih boyunca oluşmuş bir düşünce türüdür: Avrupalı olmayanların Avrupamerkezci olabilecekleri gibi Avrupalılar da Avrupamerkezcilik karşıtı olabilirler. Avrupa her zaman kendi eleştirisini yapmıştır. Günümüz yeni-muhafazakarları tarafından itibar edilen önemli Avrupalı kültür aydınları, ne tuhaftır ki, Avrupa sömürgeciliğini eleştirmektedir. Yeni muhafazakarların prototipi Samuel Johnson, 1759'da şöyle diyordu: "Avrupalılar hiçbir kıyıya ayak basmadılar ki, orada olay çıkartıp hırslarını tatmin etmemiş olsunlar, yani tahrik eden olmamasına rağmen, zalimce, haksızca hakimiyetlerini ilan ettiler." Hatta kapitalizmin azizlerinden Adam Smith'de 1776'da Wealth of Nations adlı eserinde, Amerikanın keşfinden elde edilen kazançların battığını ve sebep oldukları korkunç felaketlerde kazancın kaybolduğunu yazmıştır. Şimdilerde de aynı hususlar üzerinde duran çağdaş çokkültürcüler "Avrupa'ya saldırmakla suçlanmaktadırlar ya da bu eleştiriler evrilip çevrilerek Avrupa narsizmine bir övgü haline dönüştürülmektedir: "Evet, Avrupa bütün bu zalimliği yapmıştır, fakat yine de Avrupa'dan başka hiç kimse kendini eleştirme faziletine sahip değildir."
Çokkültürcülük kelimesi bir şekilde önemini yitirebilir; ancak egemenlik hakkının tanınmasında olduğu gibi işaret ettiği daha diplerdeki "büyük sismik" hareketle küresel kültürün dekolonizasyonu ile tartışmalarını sürdürecektir. Çokkültürcülük kavramı doğal olarak farklı yorumlara ve farklı politik güç alanlarına konu olabilir. Kavram kolayca bambaşka bir şekle dönüşebilir. Ticari ve ideolojik sebeplerle etnik "ayın renklerini" kullanan "United Colors of Benetton"un reklamlarındaki çoğulluğu gösteren bir kavram olarak da algılanabilir. Oysa çokkültürcülük, dünya tarihine ve çağdaş sosyal hayata, insanların zeka, sınıf ve haklar yönünden ve radikal eşitlikleri perspektifinden bakabilmektir. Çokkültürcülük, temsiliyeti sadece kültürel ve sanat bağlamında dekolonize etmekle kalmaz aynı zamanda cemiyetler arasındaki güç ilişkilerini hesaba katar.
Yeni muhafazakarlar, toplumları Balkanlaştırdıkları (Balcanization) iddiasıyla, çokkültürcüleri, insanları biraraya getirmekten çok böldükleri düşüncesiyle eleştirirler.
Radikal bir çokkültürcü, 'kültürel gruplar arasındaki güç ilişkilerinin detaylı bir şekilde yeniden inşası' düşüncesini öne sürer ve gettolaşma mantığını reddederek, bazı grupların 'küçük', bazılarının 'büyük' ya da 'orta' şeklinde anılmasına karşı çıkar.
Bu yüzden doğuşunda kölelik, fetihler ile lekelenen liberal çoğulculuk, çokmerkezli çokkültürlülük arasında ayırım yapma zarureti ortaya çıkar. Çokmerkezlilik (polycentricism), çokkültürcülük kavramını küreselleştirir. Çokmerkezli görüş dahilinde dünyanın bir çok dinamik kültürel merkeze sahip olduğu kabul edilir. Çokmerkezlilikteki vurgu, sadece mekana değil, aynı zamanda güç, enerji ve kavga merkezlerine aittir. Çokmerkezlilik içindeki 'çok' kelimesi merkezlerin bir'den fazlalığını ifade etmek yerine, farklılıkların ilişkilendirilebilirlik ve bağlantılandırılabilirliklerini ifade eder. Dünya üzerinde hiçbir yer ya da grup ekonomik ve politik gücü ne olursa olsun epistemolojik bir üstünlüğe sahip değildir.
Çokmerkezli çokkültürcülük, ilkin liberal-çoğulcu özgürlük, hoşgörü, yardım gibi ahlaki ilkelerden ziyade, çokmerkezci çokkültürcü dünya kültür tarihini ve sosyal güç ile olan ilişkisini inceler. İkinci olarak, çokmerkezli çokkültürcülüğün alanı 'temsil edilemeyenler, marjinaller ve bastırılmışlar'dır. Üçüncü olarak, çokmerkezci çokkültürcülük azınlıkları, çekirdeğe "ilave edilecek" parçalar olarak değil, onları paylaşan, tarihi üreten aktif üyeler olarak görür. Dördüncü olarak, çokmerkezli çokkültürcülük değişmez, sabit kimlik kavramını reddeder; kimlikler çoklu, tarihsel ve değişimlerin birer ürünü olarak görülür. Beşinci olarak, çokmerkezli çokkültürcülük dar kimlik siyasetlerinin ötesine geçer ve paylaşılan sosyal istekleri de içine alır. Altıncı olarak, çokmerkezli çokkültürlülük karşılıklı ve diyalojiktir; sözlü ve kültürel mübadele yalnız belli sınırlar içindeki bireyler ya da kültürler arasında değil, karşılıklı, birbirine nüfuz eden, değişen bireyler arasındadır.
Postmodern çağımızdaki tüm politik tartışmalar zorunlu olarak kitle kültürünün hayali gerçekliğinden geçtiği için, medya çokkültürcülük alanındaki herhangi bir tartışmanın odak noktasıdır. Kimliği şekillendiren, çağdaş medyadır. Medya uzak insanlar arasındaki birlikteliği sağlayarak grupların imajlaştırılmasını "mekansızlaştırır." Medya, seyircileri ve tüketicileri, kendi kendine eğlenen monadlara dönüştürerek cemiyete ve alternatif oluşumlara biçim verir. Hangi türden ve ne gibi hikaye ve gösteri stratejileri Avrupamerkezci perspektifleri ön plana çıkardı? Bu perspektifler nasıl ifsat edildi ve sorgulandı? Burada amaç sadece hakim medyaya çokkültürcü gözle bakmak değil, aynı zamanda tartışmayı diğer gelenekler, sinema ve sesli-görsel formlara taşıyarak merkezi büyütmektir. Böylesi bir yaklaşım Avrupamerkezciliğin eleştirisinin dialektik etkisini ve çokkültürcülüğün desteklenmesini içerir. Bir taraftan, kötü salgın bir alışkanlık olarak kitle medyası kültürü ve o kültür üzerindeki yansımalar tarafından beslenen Avrupamerkezciliğin peşinen kabul edilen kalitesini ortadan kaldırmayı hedefler; diğer taraftan da, medyadaki diğer çağdaş, politik ve estetik altern atifleri gün ışığına çıkarmayı amaçlar.
Der. ve Çev.: Edibe Sözen

Hiç yorum yok: