25 Aralık 2007 Salı

Domuz Yalağından Su İçmek






“Biz Çerkezler aslanın yediğini (et) yer ineğin yediğini (ot) yemeyiz. Bize ot yedirip inekleştirmek isteyenler var”

Ahmet Akyaz

Yediğimiz besinlerin protein , karbonhidrat ve yağlardan oluştuğunu bize empoze eden modern bilimin gölgesi altında, sözlerimin ne kadar etkisi olabilir bilemiyorum.Ancak, böyle bir hesap içerisine girmeden, insanı tasallutu altına almış bulunan, modern bilimlerin kimyasalları ile dumura uğratılmış dimağlara hesapsız , beklentisiz, neden sonuç ilişkisine aldırmaksızın seslenmek istiyorum.

Ey insanlar !

Ey Müslümanlar !

Ne yediğinize dikkat edin.Çünkü yediğiniz besinler sadece amino asitlerden müteşekkil protein , lipit ve yağ asitlerinin terkibinden oluşmuş yağlar , glikoz ve türevi karbonhidratlar değildir.

Cansızlardan canlıları , ölülerden dirileri çıkartan yüce yaratıcımızın yarattığı besinlerin kendine has bir ruhunun olmaması mümkün müdür?. Koyun eti ile çakal eti arasında ki fark sadece sertliği- yumuşaklığı yada ekşiliği-acılığı olabilir mi?. Akbaba eti ile tavuk eti arasında protein değerler açısından büyük bir yakınlık mevcut iken, birinin helal diğerinin haram olması bu canlılar arasındaki rahmani hiyerarşiden , bildiğimiz ve bilmediğimiz pek çok hikmetten kaynaklanır.

Çoktandır bu hikmetleri eskilerin masalları olarak addedip, dünyayı bilimsel (pozitivist bilgi hiyerarşisinden) bir göz ile anlamaya çalışan Müslümanlar meseleleri anlamakta bocalamakta, yediği bulamaçların da tesiri ile dünyayı bulanık bir görüşle görmekte, en temel meselelerden biri olan besinler konusunda duyarsızlaşmaktadır.

Yazık ki trişinden arındırılmış domuz etini, helal fetvası ile yememize az kaldı.Allahın ahkamlarını pozitivist paradigma ile yeniden vahyeden Müslümanlığımız, yiyeceklerin muhtevasına marka gözlüğü ile bakmakta , hijyeni helalden öne alabilmekte, lezzeti ve içindekiler etiketini kutsayabilmektedir.Çünkü modern bilimin bize bellettiği hakikatleri gizli bir imanla yaşıyoruz.

Besinlerin protein , yağ , karbonhidrat , vitamin ve minerallerden müteşekkil olduğunu söyleyen modern bilim, daha en baştan kendi seküler maddeci evrenini zihnimizde inşa ediyor.Bu seküler tavır, bir adım ötede, beyinsiz amino asitleri bir şimşek çakması ile basit proteinlere dönüştürür ve Darvinist paradigma ile, canlıların sınıflandırılması işlemi, böylece nihayetlendirilir. Diyetisyenlere göre vücudumuz büyük bir işletme tesisi olup, en basit kimyasal terkiplerde, işleyen formül gibi girenlerin ve çıkanların toplamından bir eşitlik elde edilir. Şeker verip beyni çalıştırır , protein verip vücudumuzu dinç tutarız. Peki ruh bu denklemin neresindedir?Ruhu diri tutan gıdalar neler olaki? Sahi ruh yoktu , onu henüz deney tüpüne hapsedememiş , röntgenini çekememiştik.

Günümüzde nerede ise saf yaratılış nefaseti ile hiç bir gıdayı tüketmiyoruz.Hiç bir şey kendi aroması, tadı , dokusu ile sofralarımıza ulaşmıyor.Doğal zannettiğimiz en temel ürünler bile (mesela süt ve süt ürünleri) çeşitli koruyucu denilen kimyasallar ile zehirlenmekte, koruyucular beden ve ruh sağlımızı koruyamamaktadır.Geleneksel öğretiler farklı yaratılış hiyerarşisindeki besinleri bir arada yememeyi öğütlerken modern besin endüstrisi zihnimizde azdırdığı lezzet şeytanını türlü karışımlarla doyurmaya çalışmaktadır.

Bu arayışlar ve bitmek bilmeyen kar iştahı her işletme boyutunda farklı bir canavar suretinde midemize saldırmaktadır. Mesela rekabet avantajı kazanmaya çalışan işlenmiş et ürünleri üreticileri düşük maliyetler oluşturabilmek adına MDM denilen hayvanların dinen yenilemeyecek tüm uzuvlarının katıldığı(mesela tavukların kemik kıkırdak , gaga ayak vb uzuvlarının preslenmesiyle oluşturulan ) bulamaç kıymalardan sucuk , salam ve özellikle sosis imal eder iken , farklılık oluşturmaya çalışan devasa şirketler insan doğasını tahrip eden çeşitli kanserojen boya maddeleri ile yaşlı dünyayı boyayıp koynumuza sokmaya çalışan şeytan gibi parlak görüntüler içinde, ürünlerini ağzımıza servis etmektedirler . Merdiven altı tabir edilen küçük işletmelerin pek çoğu ise maskesiz ve cahil cesareti ile asgari temizlik koşullarına bile riayet etmeksizin üretim yapabilmektedir. Ama kapitalist düzenin işleyişi gereği gözümüze sadece bu küçük işletmeler sokulmakta devasa gıda şirketlerinin tahrip gücü yüksek , helal haram gözetilmeksizin üretilen yiyecekleri sorgusuz sualsiz sofralarımıza servis edilmektedir.

Evreni , insanı ve eşyayı mekanik bir sistem içerisinde tasavvur eden pozitivist tasavvur, elbette besinleri de sadece kalori olarak görecektir.Ancak yaratılmış olan her şeyin bir ilahi hikmetle yaratılmış olduğunu bilen Müslümanlar olarak besinlerin kalori değerini değil onlara ait olan hikemi bilgiyi bilmekle yükümlüyüz.Bu bilgi muvacehesinde, nefsimizi terbiye edecek , ruhumuzu yüceltecek helal gıdalar ile beden emanetini muhafaza edebiliriz. Yediğimiz besinlerin ruhumuza tesir eden veçhelerini tıbbı nebevide bulabilir geleneğimizden damıtılarak gelen tecrübi ve hikemi bilgiler ışığında beden diyetinin yanı sıra, ruh diyetimizi de gerçekleştirebiliriz.

Ey insanlar size emanet verilen bünyenizi Allahın size helal kıldığı yiyeceklerle besleyin.

9/12/2007

Hiç yorum yok: