24 Aralık 2007 Pazartesi

Modernite: Bugüne Dair Hastalığımız,


Yenilenme: Bugüne Dair Sorumluluğumuz

Bülent Şahin ERDEĞER

İnsanlık muazzam bir eylemlilikle yoluna devam ediyor. Tarihsel sürecin kesintisizliği dünümüzü bugüne bugünümüzü yarına bağlıyor. Bir önceki çalışmamızda geleneğin insanlığın ortak hafızası olduğuna değinmiş insanın yeryüzü halifeliği serüvenine kattığı insani yön olduğunu hatırlamış bu insani yönünün kendine yetemeyeceğini İlahi rehberlik ile her dem ıslaha ihtiyaç hissetiğini belirtmiştik. Geleneğin bugüne uzanan görünümü olan "çağdaşlık" ve Bizim ortak hafızamızdan kaynaklanmayan, Müslümanca bir ıslah yönelişinden çok kendi kendini yeterli görerek azan Kilise geleneğine karşı yeni olan ne varsa kutsayarak hafızasızlığı dogmalaştıran Modernizm problemini irdeleyeceğiz.

Modern olanın karakteri, yenilik, değişme, yenilenme, çağa ayak uydurma” gibi anlamlara gelen “Modernite” kavramı, genel olarak bir medeniyetin, özel olarak Batı medeniyetinin kendi gelişmesi içinde en son ulaştığı hayat tarzını ifade eder. Modernitenin ideolojik yansıması olarak “Modernizm”e, yeniye taraftarlık, yenilik tutkunluğu, eski olana karşı ileri derecede düşmanlık ve yerleşik her şeyi değiştirme... gibi anlamlar yüklenmiştir.

Modernizm ve Modernite kavramlarının Müslüman coğrafyada ortaya konan eserlerde yoğunlukla kullanıldığını ve kullananların çeşitliliği oranında bir anlam kargaşası [algı çarpışması] yaşandığını görmekteyiz. Bazı Müslüman düşünürler [Örneğin Fazlur Rahman ve Tarık Ramazan gibi] Moderniteyi "çağdaşlık" anlamında kullanırken ve cins isim anlamı yüklerken bugüne dair yeni ortaya çıkan sorunlara yeni cevaplar verme, gelenekten kopmadan ama bu ortak birikime katkı sağlayarak tarihsel sürekliliği dondurmamak olarak algılamaktadırlar. Moderniteyi Batı dillerindeki genel kullanımıyla kullanan bu yaklaşım tarzı çağdaş olmak, tecdid ehli olmak anlamında " modernite" kavramını kullanmaktadırlar. "İslam Modernizmi" terkibi de bu anlamlandırma temel alınarak olumlanmakta ve kullanılagelmekte hatta bu olumlamaya tarihsel bir kök bulma amacıyla Cemaleddin Afgani Muhammed Abduh ve Reşid Rıza çizgisini İslam modernizminin ilk halkası olarak tanıtmaktadırlar. Bu yaklaşım sahiplerinin Modernizme yükledikleri bu masumane anlamlandırma Aydınlanma ile başlayıp Sanayi devrimi ile devam eden felsefi dayanakları ve kendi çerçevesinde bir meşruiyet zemini bulunan Avrupa merkezli bir dünya görüşünün adı olan "Modernizm" kavramının hoyratça kullanımından başka bir şey değildir. Modernizme olumsuz, en azından temkinli yaklaşan Müslüman düşünürler ise kavramların ifade ettikleri özgünlüklere dikkat çekmişlerdir. Hiçbir kavram doğduğu kültürel havza ve ifade ettiği tarihsel anlam göz ardı edilerek başka anlamlar yüklenerek kullanılamaz. Kullanıldığında ortaya çıkacak sonuç anlam kargaşasından başka bir şey olmayacaktır. İşte bu gerçeğe işaretle Ali Şeriati, Seyyid Kutub, Muhammed el Behiy, Muhammed Gazali gibi şahsiyetler İslami ıslah ve tecdid sorumluluğunun Modernizm gibi bize ait olmayan ve sorunlu bir kavramla karıştırılmaması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Şeriati'nin İslami bir kavram olarak "Medeniyet"i öne çıkartması ve buna karşın Modernizmin eleştirisini yapması örnek bir tavırdır. İslami ıslah ve tecdid çabalarına karşı çıkan kimi çevrelerin adaletsiz bir toptancılık ile Modernistlerle Islahatçıları aynıymış gibi göstermeye çalışmaları da kavram kargaşasını daha da büyütmektedir. Hind-Alt kıtasında okullaşan ve ideolojik anlamda Modernizmi içselleştiren Sir Seyyid Ahmed Han ve Mısırlı Hasan Hanefi gibi düşünürlerin temsil ettikleri modernist duruş ile Abduh ile başlayan ıslahat çabaları birbirine karıştırılmamalıdır.

Modernite eğer yeni olanı dikkate almak ise ve sahiplenenler ile karşı çıkanlar bu anlam alanını kabul edip tez ve antitezlerini sunuyorlarsa unutulmamalıdır ki gelenek dediğimiz birikimsel sosyal hafızamız da üst üste biriken farklı zaman dilimlerinin "yeniliklerinin" bütünsel halidir. Dolayısıyla İslam düşüncesini yenileme (tecdid) çağrısı yapan alimlere karşı geliştirilen savunmacı/gelenekçi söylemin yeni sorunlara yeni cevaplar bulmada yaşadıkları yetersizliği görmekteyiz. Bunun yanı sıra yenilik adına köksüzlüğü ve düşmana teslimiyeti normalleştiren ölçüsüz "yenilikçi" söylemin de ayakları yere basan bir tecdid projesinden çok uzaklarda olduğunu da söyleyebiliriz. Varolan sorunlara İslami çözümler bulmaktan çok sorunlara teslim olan Modernist yaklaşımların yaşadıkları kriz de burada düğümlenmektedir. Islah ile memur olduğumuz geleneğimizden beslenen ama geleneğe, yani beşeri olana değil Vahyin belirleyiciliğine göre şekillenen bir yenilenme (tecdid) günümüzün Tevhid ve Adalet hattı olabilir. Bu bağlamda Modernizm ideolojisinin yeşile boyanmış sosyalist ve kapitalist uyarlamalarına özgüveni olan hiç kimse tenezzül etmemelidir. Çünkü Varlık tasavvurunun kafirce şekillendirildiği bir söyleme İslamı yamamak dikiş tutmayacak boş bir çabadan ibarettir.

Kafirce bir bunalım ideolojisi olan modernleşme sürecini, geçmiş ile ilişkisi açısından hayat anlamında “değer kaybı” ile ifade edebiliriz. Sosyo-kültürel alanda yaşadığı pek çok olumsuz deneyimler nedeniyle Batı, Pozitivizm ile beslenen seküler bir yaklaşımla geçmişi ile yüzleşmek onu ıslah etmek yerine, onu ve barındırdıklarını reddederek hesaplaşmayı yeğlemiştir. Maddî imkanların hızla artmasıyla “sahip olma”yı bireysel sınırlarla kayıtlı kılan duyguların güç kazanmasına karşın, paylaşmayı ve beraberliği ifade eden özveri, ilgi, dayanışma, sorumluluk gibi dinî temellere dayalı pek çok erdem, gittikçe zayıflamış ve neticede toplumsallık duygusu, sadece maddî ilişkilere indirgenerek belirleyici niteliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Diğer taraftan gerek aile içi ilişkilerde ve gerekse diğer toplumsal kurumlarda zamanla ortaya çıkan değer yozlaşması, bir arada yaşamanın gereği olan iş bölümü ve görev bilincini ikinci plana itmiş, bağımsızlık duygusunu kamçılayarak “bireyciliğin” hayat görüşü olarak benimsenmesine yol açmıştır.

Modernite ile birlikte ortaya çıkan “değer kaybı”, doğal olarak sunî değerleri de gündeme getirmiştir. Dinî bağlılıklarla güvenlik duygusunu destekleyen modern çağ öncesi insanına karşılık günümüz insanı, bu eksikliği telafi etmek üzere durmadan ilerleme, yarışma, rekabet, daha çok tüketmek için daha çok üretme... gibi gerçekte varoluş amacını saptıran ve değerini düşüren birtakım yaklaşımları yücelterek hareket noktası olarak benimsemiştir.

Modernitenin yıpratıcı etkileri karşısında günümüzde insanların çoğunluğu, kısmen tepkiyi, kısmen de kaçışı ifade eden davranışlarla eskiye ait bir takım inanç, değer, örf ve gelenekleri yeniden canlandırma çabasına girdikleri görülmektedir. Bu çerçevede geçmiş topluluklarda terkedilmiş çoğu batıl inançlara dayalı büyücülük, tarikat ve cemaat bağlılıkları vb. oluşumlar yükselen değerler haline gelmiştir. Gerçekte derin bir varoluşsal ihtiyaca işaret eden bu dönüşümü geçmişe özlem, nostalji vb. yüzeysel bir takım kavramlarla açıklamak mümkün değildir. Modernitenin yalnızlaştırdığı insanı bugün çürümüşlüğünden geçmişin hurafelerine sığınmasına sebep olan etkenleri irdelemek Kur'an tebliğinin sorumluluğunu taşıyanlar için önemli bir çalışma alanıdır. Kur'an merkezli İslami ihya-ıslah-tecdid çizgisine mensup Müslümanların öncelikle kendi benliklerinden [nefislerinden] başlayarak modernitenin kirlettiği anlam ve eylemlerini tekrar tekrar muhasebe etmeleri elzemdir. Öncelikle bugünümüzü ıslah ederek yarınlara yönelik adımlara hazırlanmalıyız. Geçmişine teslim olmayan ve sövmeyen ama anlamaya çalışarak dersler çıkartan, geçmişinden aldığı mirası ıslah ederek geliştiren bir neslin inşası için bugünün modern hurafelerine de aynı titizlikle yaklaşması ayakları yere basan bir tecdidin öncüsü olması bugünün Müslümanı için düşünce atlasındaki temel göstergelerdir.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Bolay, Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, 8. Baskı, Akçağ Yay., Ankara 1999, “Modernizm” md.
[2] Bkz. Demir, Şehmuz "Kur'an'ın Yeniden Yorumlanması" İstanbul İnsan Yay.
[3] Bkz. Sayar, Kemal, Hüzün Hastalığı, İz Yay., İstanbul 1995, sf. 54-55.
[4] Yrd. Doç. Dr. Abdülkerim Bahadır "Modernitenin Yıkıcı Etkileri Karşısında Savunmasız İnsan" Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

Hiç yorum yok: