16 Aralık 2007 Pazar

Modern Zamanlarda Bereket




Serdar Demirel

Sistemin katı materyalizmi ilke edinmiş eğitim çarkından geçen insanların “bereket” kavramına şaşı baktığı bir demde beynin kıvrımlarındaki seküler felsefe tortularından yükselen şüphe dolu homurtulara kulaklarımızı tıkayarak hidayet kaynağı Kur’an-ı Kerim’in 32 kez tekrar ettiği bu önemli muhtevayı bir nebze olsun kavrama çabası içerisine girelim.

Öncelikle bereket kavramı dinî bir kavram olup gaybî âlemden fizikî âleme rahmanî bir dokunuş ve soluktur. Modernite ve onun seküler paradigması gayb âlemi tanımadığından o âleme dair kavramları ve o kavramların hayata yansıyan izdüşümlerini çalmış yerine insanoğluna varlıklar içinde kocaman bir hiç bahşetmiştir.

Modernitenin ürettiği Kapitalizm; üretim-temelli bir sosyo-ekonomik sistem olarak tarihte görülmemiş inanılması güç boyutlarda farklı üretim performansı göstermesine rağmen çağımızda açlıktan ölen insan sayısı da bir o kadar emsâli görülmemiştir. İşsizlik ve sefalet boyutu da işin cabası. Üretimin bu kadar genişlemesine ve var olan imkanların herkese yetecek kadar mevcut olmasına rağmen bu tenâkuz halinin temelinde adâletsiz dağıtım yatmaktadır. Gayba imanın olmadığı bir yerde adâletin olması, adâletin olmadığı bir yerde de bereketin olması sözkonusu değildir.
Modernite Avrupa’da Aydınlanma Hareketi olarak ortaya çıktığında Hıristiyanlığın bilime karşı duruşunu kendine meşru bir zemin addederek zamanla ‘bilimcilik’i mutlak mânada tanrı karşısına yerleştirerek onu mutlaklaştırıp fetişleştirdi. Bilim fetişleşince de bütün dinleri kendisine mutlak rakip görüp dinlerin neredeyse siyah dediğine beyaz, beyaz dediğine de siyah der halde kendisini konuşlandırdı.
Örneklerine mebzul bir şekilde şahit olduğumuz olaylar bunun acı bir kanıtıdır: Modernitenin “günah işleme özgürlüğü” adına “günah işlememe”ye savaş açması çoğu kimseyi şaşırtıyor. Halbuki modernitenin temelinde “dinsizliğe özgürlük” adına “din”i yasaklama veyahut en hafif tanımlamayla olabildiğince sınırlama vardır ve sonuç olarak bireysel ve sosyal hayatta olduğu kadar uluslararası ilişkilerde de inanılmaz dramlar meydana gelmektedir.
Mesala başı açık hanımlar kendilerini psikolojik baskı altında hissetmesinler diye Allah’ın (C.C) emri gereği başını örten hanımların başörtüsünü yasaklayabiliyor, dinî nikahı yasaklarken zinayı serbest bırakabiliyor. Homoseksüellik, lezbiyenlik ve dahi nice fıtrat kaçkını ameller yasalarla özel koruma altına alınırken fıtrata ait ameller suç haline getiriliyor.

Modern dünya, başta da onun adına hareket eden Birleşmiş Milletler, 20 yaş altındaki özellikle de 16-18 yaş gruplarındaki genç kızların evlenmesine şiddetle karşı çıkmakla kalmıyor, yasal düzenlemelerle, eğitim müfredatlarına mudalaheyle ve sanatın her nev’ini bu bağlamda kullanarak savaş açıyor. Ancak aynı modern dünya ve onun adına hareket eden kurumlar aynı yaş gruplarındaki genç kızların zina yapmasını sonuna kadar desteklediği gibi, istenmeyen hamile vakalarına karşı da kürtajı teşvik ediyor.. hem de ebeveynlerin izni olmadan..
Öyle bir uçurum kenarındayız ki; günaha günah demek “ayrımcılık yapıyorsunuz” gerekçesiyle yasaklanabiliyor.

Günahlar hayatın her karesini kuşatınca Rahman’ın bereket soluğu da hayattan hicret ediyor.

Zamanın Daralması:

Modernitenin hakim olmadığı dönemlerde daha fazla bereket vardı. Modernite ve sonrası bereket hayata yabancı kavramlardan oldu. Bunun acısını aslında topyekün insanlık çekiyor.

Berekete dair geçmişle bugünü basit bir kıyasla ortaya koyabiliriz:
Peygamber Efendimiz (sas) kıyametin küçük alâmetlerini bildirdiği sözlerinde zamanla alakalı çok önemli bir hususu zikreder:
“Zaman daralıp büzüşmedikçe kıyamet kopmaz”
Başka rivayetlerde de: "Zaman yakınlaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, haftada bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur." haberini veriyor.
Zaman; dünyanın kendi ve güneş etrafındaki hareketlerinden meydana geldiğine göre; Hadislerde kastedilen mâna bu hareketlerin hızlanacağına dair olmadığı âşikârdır. Dün, sene milâdi olarak 365 gün 6 saatten oluşuyordu, bugün de öyle. Dün, ay 30 günden müteşekkildi, bugün de öyle. Dün, hafta 7 günden ibaretti, bugünde öyle. Dün, gün 24 saat demekti bugün de öyle. Dün, saat 60 dakikayı ifade ediyordu, bugün de öyle. O halde zamanın daralması, büzüşüp biribirine yakınlaşması neyi ifade etmektedir?

Ulâma bu soruya biribirine yakın cevaplar vermiştir. Ancak bunlardan en câlibi dikkat olanı kanaatimce “bereketin azalması” olmuştur. Bereketin azaldığını düne bir göz attığımızda daha iyi anlıyoruz.
Mesela bugün, bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı; elimizde onlarca dijital kütüphane var. Çok uzağa gitmeden, daha on yıl önce araştırmacılar, meşhur olmayan bir bilgi kırıntısını bulmak için kütüphanelerde ne çile çekerdi, erbâbı bilir.
Şimdi ise dijital kütüphanemizi açıp, ara-bul bölümünden aradığımız cümle ya da kelime neyse yazıp anında ona ulaşabiliyoruz.
Eğer bilgisayarınızın hafıza kapasitesi yüksekse en az on dijital cd ktüphanesini bilgisayarınıza yükleyip, cd kullanmaksızın hem de 10 ayrı kütüphane programını aynı anda açıp aynı anda araştırma yapabilirsiniz. Ekranda yüzlerce kitabı aynı anda açık tutabilir, istediğiniz sayfadan istediğiniz kadar kopya yahut save yapabilirsiniz. Bu dijital kütüphaneler hergün kapasitesini ve kalitesini artırarak gelişiyor. Mesala Arapça hazırlanmış “Elfiye” Hadis cd’sinin son varsiyonu 3500 cilt temel kitabı ihtiva ediyor. İngilizce hazırlanmış “World’s Greatest Classic Books” adlı cd ise dinî metinlerden tutun da felsefi metinlere, siyasî metinlerden edebî metinlere kadar dünya klasiklerinin önemli bir bölümünü içermekte. İhtiva ettiği kitap sayısı ise 3500.

Bilgiye ulaşmak bu kadar kolaylaştığına göre ilmî çalışmaların da keyfiyet ve kemmiyet bağlamında devrim yaşaması gerektiği normal aklın verdiği hükümdür.
Ancak çalışkanlığıyla maruf akedemisyenlerimiz keyfiyet ve kemmiyet denkleminde kaç cilt ilim üretebiliyorlar? sorusuna verilecek cevap ve bunun dünle basit bir kıyası bereket mefhumunun öneminin altını çizer.
Dün, bütün imkansızlıklar içinde 400-500-600 cilt eser vermiş ulâmanın ismini bugün bizler bir çırpıda sayabiliriz.

Nedense bir İmam Suyûti’nin yazdıklarını bugün bizler onlara nüfuz ederek bir ömür boyu okuyamıyoruz. İmam Suyûti ve emsâli bu kadar eser verirken elbette birçok başka meşguliyetlere de sahiptiler. Onlar da ev reisi, çoluk çocuk sahibiydiler, yüzlerce talebeleri vardı. Onların önemli bir kısmı kadılık gibi resmi göreve sahiptiler. Üstüne üstlük sürekli halkın arasında onları irşad ediyorlardı. Bu ve burada sayamıyacağımız bir çok zorluklara rağmen üretilen ilmin keyfiyet ve kemmiyet boyutu bizleri hayretler içinde bırakmaktadır.

Onlar iki parmaklarının arasına sıkıştırdıkları ve sürekli mürekkebe daldırarak yazmak zorunda kaldıkları kalemlerle yazarken, bizler klavyelerde on parmağımızla yazıyor, istediğimiz yazıyı istediğimiz kadar istediğimiz dosyalara kopyalayıp muhafaza edebiliyoruz. Onlar, elyazması nushalar arasında çile çekerken bizler bilgisayarın tuşlarına dokunarak istediğimiz bilgiye ulaşabiliyoruz.

Elhak, modern çağlarda okunduğu kadar kitap hiçbir çağda okunmadı. Lakin bu okuma bereketsiz bir okuma oldu, okumalar okunanların derunîne nüfuz edemedi. Bırakın okur-yazar halkı, akademik dünyada turas kitapları hakkıyla okuyup hakkıyla anlayabilmek büyük bir başarı kabul ediliyor. Onların yazdığı bir kitap bir doktora tezi konusu olabiliyor.

Eğer durum buysa problem nerede? Modern insan sahip olduğu tüm imkanlara rağmen neden selefleri kadar bereketli bir ömür yaşayamıyor?
Bu sorunun cevabı sekülerizmin kazanılan herşeyi seküler felsefe gereği burada tüketmeğe kurgulanmasıdır. Modern insan sahip olduğu kolaylıkları tüketmek adına daha fazla boş zaman üretmek için kullanıyor. Böyle olunca da derinlemesine anlamanın gereği olan durma, görme, anlama ve anlamlandırma yetisini kaybediyor.
Bilim üretmek “fast-food” kültürene göre yapılınca ulaşılan bilgiyi fehm ve idrak edip yaşantıya dökmek çoğunluğun amacı olmaktan çıkıyor.

Dijital teknolojiyi kullanarak çok hızlı bilgiye ulaşabiliyoruz ama içine girdiğimiz o hızlı süreçte üretilen o bilginin geçirdiği serüvenden haberdar olamıyor, yine aynı dijital hızla birşeyler yapmaya kalkıyoruz. Fast-food çağının kültürü bilgilenmeyi de ayak üstü tüketime dönüştürdü.
Herşey hızlı olmalı; hızlı çağın aşkları da, dostlukları da hem hızlı hem buraya ve şimdiye ait. Tefekkürde derinlik ve çağlar üstü birşeyler üretmek bereketi az çağın ruhsuzluğuyla örtüşmüyor.

Modern zamanlarda insan cinsi teknolojiyi de kullanarak kendisine sürekli boş zaman üretiyor; üretteği boş zamanı da hedonik çılgınlıkla hızla tüketerek onun bereketini berhava ediyor; yerine doğum ile ölüm arasını insan oğlu için kolay ve hızlı kılmaya çalışıyor.

Bereketli ömür uzun yıllarla, bereketli kazanç miktarı bol yeşil dolarlarla, yer değiştirmiş, böylece bir değer ölçüsü olarak İngilizcede “Time is money” olarak vecizeleşmiş, dilimizde de karşılığını “vakit nakittir” olarak bulmuş, ve olan insana olmuştur. Bu bilinçle hareket eden velûd öğrenciler de üniversitelerde sosyal alanlara ilgi duymuyor, dijital teknoloji ile ilgili alanları tercih ediyor. Madde zamana bile rengini vurunca mâna buharlaşıyor, mâna âleminin feyzi de kendisini kendisine verilen değer ölçüsünde maddi âlemde bırakıyor.
Dün; ulaşım imkanları her çeşidiyle kıttı, ancak zaman daraldıkça onlar için genişliyordu. Bu bereketin temelinde “huşû” vardı. Ne huşû bereketsiz ne de bereket huşûsuz olur.

Bir Hadis-i Şerifte “İlimden ilk kaldırılacak şey, huşûdur.” buyurulmuştur.

Modernite inanılması güç bir hareketliliği ifade ederken bir ironi olarak hareketler bereketten o hız ölçüsünde yoksundur, çünkü hareketler huşûsuzdur.
KUR’AN’DA BEREKET VURGUSU
Bereket sözcüğü verilen nimetin sabit ve daim kılınması, bolluk ve onun devamı mânasına gelmektedir. Madde ve mânaya taalluk eden bu kelime gönüllerde şifa bulması gereken bir kavramdır. Aslı semâda ve bize, medeniyetimize aittir.
Bereket birşeyde olan ilâhî hayırların sabit halidir. Bu mânada “mubârek” kelimesi de bereke’den türemiştir.
Kur’an-ı Kerim’in nurunda bu kavrama eğilmeye çalışalım:
Mubarek kelimesi Kur’an’ın sıfatı olarak zikredilmiştir.
“İşte bu (Kur'an) da, bizim indirdiğimiz mubarek bir öğüttür. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?” (Enbiya: 50)
“Resûlüm! Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” ( Sad: 29)
İsa Mesih’in (a.s) sıfatı olarak zikredilmiştir:
“Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti." (Meryem: 31)
Kadir Gecesi’nin sıfatı olarak gelmiştir:
“Biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.”(ed- Duhân: 3)
Yüce Allah Nuh’a (as) gemide kendisine şöyle dua etmesini buyurdu:
“Ve de ki:’Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin." (Mu’minun: 29)
Yeryüzüne hayat veren gökten inen suyun sıfatı olarak zikredilmiştir.
“Gökten bereketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir.” (Kaf: 9-11)
Ancak bugünkü suların önemli bir kısmı rahmetten ve bereketten ziyade azap olarak iniyor, çamur sellerine sebebiyet verip, ekinleri sular altında bırakıp şehirleri târumar ediyor..
Bereke kökünden gelen “tebâreke” kelimesi Allah’ın (C.C) sıfatı olarak Kur’an’da zikredilmiştir.
Al-İsfehânî tebâreke vasfının Allah’a izafesinin mânasını diğer âyetlerde zikredilen bereketin muhtevasında olan tüm hayırların kaynağının Allah’a ait olduğunun beyanıdır diye açıklar. Yani bereketin kaynağı Allah Teâla ve Tebâreke’dir. Onu kullarına kendisinin koyduğu ilâhî bir yasa çerçevesinde bahşeder, şöyle ki:
“Eğer o ülkelerin ahalisi iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bereketler açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik/cezaya çarptırdık. (A’râf: 96.)
"İnsanlık Tarihini" yönlendiren, hareketini etkileyen bu yasa Kur’an ve Sünnet perspektifinden bakıldığında âşikar iken materyalist perspektiften bakıldığında ise hurafe gibi durmaktadır. Demek ki mesele perspektifinizin mahiyetiyle yakından alakalıdır.
PEYGAMBER HAYATINDA HAYATI KUŞATAN BEREKET KAVRAMI VURGUSUNA DAİR BİR DEMET HADİS
Allah Rasulü (sas) bereketi duayla hayata nakış nakış işler ve bunu mü’minlere de öğretirdi:
Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sas), evlenen bir kimseyi şöyle tebrik ederdi: "Allah sana (evliliği) mübarek kılsın, üzerine bereket indirsin, ikinizin arasını hayırda birleştirsin."
Selamlaşmayla gelen rahmet:
Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sas) bana buyurdular ki: "Ey oğulcuğum, ailene girdiğin zaman selam ver ki, selamın, hem senin üzerine hem de aile halkına bereket olsun!"
Sahura kalkarken bereket arayışı:
Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Resulullah (sas) buyurdular ki: "Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket var."
Sahur yemeğindeki bereket sahura kalkarken kuşanılan ibadet niyeti ve huşû ile mündemiçtir..
Ticarette bereket:
Hakim İbnu Hizâm (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki: "Alıp-satanlar" birbirlerinden ayrılmadıkça (vazgeçmekte) muhayyerdirler. Alıp-satanlar alış-verişi sıdk ve doğruluk üzere yapar (kusuru) beyan ederlerse alış-verişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler (kusurları) gözlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile, alış-verişlerinin bereketini kaybederler."
Yaşadığı mekana bereket duası:
Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua buyurdular: "Allahım! Mekke'ye verdiğin bereketi iki katıyla Medine'ye de ver!"
Yılın ilk turfanda meyvesini dua ile bereketlendirme:
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah'a (sas) (yılın turfanda) ilk meyvesi getirildiği zaman şöyle buyururlardı:
"Allahım, bize Medine'mizi, meyvelerimizi, müddümüzü, sa'ımızı bereket üzerine bereketle mübarek kıl." Resûlullah bu şekilde dua ettikten sonra getirilen meyveyi, orada hazır olan çocuklardan en küçüğüne verirdi."
Sadaka ile malı bereketlendirmek:

Modern insan zihin telakkisinde sadaka verilen mal eksilir, zâhiren de eksiliyor gibi görülür, ancak İslam tasavvurunda Allah için verilen sadaka malı bereketlendirir. Mutlak Mâlik olan Allah, malından sadaka veren insana malını artırma yollarını ilham eder, diğer kalpleri sadaka veren insanın ticaretine yönlendirir, böylece onu bereketlendirir. Bu hadise metafizikten uzak matematiksel dar kalıplarla düşünen modern zihnin asla algılayamayacağı bir hakikattır.
Resûlullah (sas) buyurdular ki: "Mal sadaka ile eksilmez.''
Bir rivâyette de şöyle buyurdular: “Mallarınızı zekatla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin, belalara karşı duâlarla hazırlıklı olun.”
Ne kadar mânidardır; "zekat" kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 32 kere tekrarlanırken, "bereket" kelimesinin tekrarlanış sayısı da 32dir. Cimrilik etmek malı artırmadığı gibi, Allah katında da azabı celbeder:
“Allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.“ (Ali İmran: 180)
İnsan öldükten sonra bile bereketin devamı:

İnsanlığa bir diğer ifadeyle ötekilere faydalı olan ameller öyle tür bir amel cinsidir ki, kişi öldükten sonra bile işlediği hayrın faydasını görür:
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sas) buyurdular ki: "Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-î câriye (bırakan), veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek sâlih evlat (bırakan)."
Seküler tasavvurda olan buraya ve şimdiye ait amel perspektifi İslam amel perspektifinin ufkuna ulaşamayacağı açıktır. Modernite, bencilliği erdem haline getirerek insanlığı yücelteceği iddiasını sürdüre dursun, İslam diğergamlığı insanın fâni bedeni bu dünyayla ilişkisini kesse de onun amelinin azizliğinin gereği olarak yaptıklarını ebedileştiriyor ..

Resûlullah’ın (sas) bekeret kelimesine gösterdiği titizlik:
Hz. Rasulullahın bereket lafzının azizliği üzerine titremesini gösteren bu rivâyet var ki çok mânidardır: Hz. Câbir (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sas) Ya'la, Bereket, Eflah, Yesâr, Nâfi ve benzeri isimlerin kullanılmasını yasaklamayı arzu etmişti. Sonra onun bu mevzuda sükut ettiğini gördüm. Sonra da yasaklamadan vefat etti."
Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "...Zira kişi “Bereket” burada mı?" diye sorar da "hayır yok!" diye cevap verirler."
Doyumsuz Ruhlar Çağı

İdeolojileşmiş sekülerizm insanı tüketmek için üreten ve üretmek için de tüketen fâsit daire mahluku kıldı. Modernite ve ‘post’unun kutsallaştırdğı kavramlar da bireyselleşme örneğinde olduğu gibi bütün masum görüntüsüne rağmen bu sürecin kaldıraç gücüdür. Bireyselleşme gibi hümanist bir söylem bile insanları tüketim çılgınlığınına yönlendirmekte ve bu çılgınlığı frenleyecek bütün değerleri ve kurumları da yıpratarak “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” sloganıyla büyük balığın küçük balığı yutmasını tecviz etti.

Faiz, sex, alkol merkezli tüketim yani “günah” hayatın merkezi olunca, dinin öngördüğü ve bir medeniyetin sağlıklı olabilmesi için elzem olan; akıl emniyeti, mal emniyeti, nesil emniyeti, can emniyeti berhava olur. Modern toplumların içine düştüğü ve diğerlerini de kendisine doğru çektiği dipsiz kuyu modern toplumları hakkıyla analiz edemeyenler tarafından yeryüzünde cennet bir toplum modeli olarak telakki ediliyor. Halbuki modern insan bunalımda, çıkış arıyor.

Hayatın sesi-soluğu olan İslam bir bereket iklimi insanlığa hediye eder. Modern çağ buhran ve sarsıntılarıyla insanı bedbaht kılmış, mâna âleminin feyizinden onu mahrum bırakmıştır. Modernite, gerçek medeniyet prensiplerini ihtiva eden bereketli hayat kaynağı dini, kendisine en büyük rakip telakki ederek onu insanoğlunun kuş uçmaz kervan geçmez kabilinden vicdanının en derinliklerine mahkum etme hikmet fukaralığını göstererek bu dünyayı ona “paradokslar cenderesi” kılmıştır.

Mâziye ağıt yakma derdinde değiliz. Ancak mâzide yaşanmış, bugünü ve geleceği anlamlı kılan değerler vardır, bunlar değişmez; zira ilâhi menşeylidir. Bu değerlerin hayatımızda tekrar şifa bulması gerekmektedir. Müslümanca yaşamanın kalbi durmuşsa işe İslam’a ait kavramları ihya etmekle başlamalıyız. Bu sadece Müslümanlar için değil bütün insanlık için elzemdir. Ontolojik güvenini yitirmiş, iç huzura hasret doyumsuz ruhlar İslam’ın dingin ruh yapısına muhtaçtır.

Bereket insanların salt rızık ve gıda maddeleri ile sınırlı değildir; sevgide, umutta, kanaatte, huzurda, ilimde, kısacası hayata dair alanların tüm zarif kıvrımlarında müsbet değerler manzumesi olarak Hâlık’tan mahlûka bir takdirnâmedir.
Çağ tıbda yaşadığı atılımlarla özellikle de genetik ilimde insana seküler felsefenin gereği olarak dünyada daha fazla kalacağının müjdesini verirken, Müslümanlar uzun bir ömrün değil bereketli bir hayatın tâlibcisi ve tebliğcisi olmalıdır.
Buhâri: 6/2590, hn. 6652; Müslim: 4/2057, hn. 2672.
Tirmizi: 4/567, hn. 2332; Musnedi Ahmed: 2/537, hn. 10956.
Bknz: Ibn Hacer, Ahmed bn Ali al-Askalânî: Fethu’l Bârî, (Beyrut: Daru’l Ma’rifeti)2 /522; Mubârekfûrî, Muhammed Abdurrahman: Tuhfetu’l Ahvazî, (Beyrut: Daru’l Kutubi’l İlmiyye) 6/514.
Tirmizi: 5/31, hn. 2653; Dârimî: 1/99, hn. 288; Mustedrek alâ es-Sahîheyn: 1/179, hn. 338.
Bknz. Al-İsfehânî: Al-Mufredât fi Ğarîbi’l Kur’ân: s: 44. Ayrıca “bereket” sözünün geçtiği şu âyetlere baknz: el-A’râf:137, Hud: 48, İsra:1, Enbiya: 71-81, Sebe: 18, Saffat: 113, Fussilet: 10.
Bknz. Furkan: 1-10-61, Zuhruf: 85, el-Mulk:1, El-Muminun: 14, Ğafir: 64:
Al-Mufredât fi Ğarîbi’l Kur’ân: s: 44.
Ebu Davud: 2/241, hn. 2130; Tirmizi: 3/400, hn. 1091; Musnedi Ahmed: 2/381, hn. 8943.
Tirmizi: 5/59, hn. 2698.
Buhari: 2/678, hn. 1822; Müslim: 2/770, hn. 1095; Tirmizi: 3/66, hn. 708.
Buhârî:2/743 hn. 2004; Müslim: 3/1164, hn.1532; Ebu Dâvud: 3/273 hn. 3459.
Buhârî : 2/666, hn. 1782; Müslim: 2/994, hn. 1369; Müsnedi Ahmed: 3/142, hn. 12475.
Müslim, 2/1000, hn.1373; İbn Mâce: 2/1105, hn. 3329.
Müslim: 4/2001, hn: 2588; Tirmizi: 4/376, hn. 2029, Musnedi Ahmed: 2/235, hn. 7205.
Suneni Beyhakî: 3/382, hn. 6385; Mu’cemu’l Kebir: 10/128.
Müslim: 3/1255, hn. 1631; Ebu Dâvud:3/117, hn. 2880; Tirmizî: 3/660, hn. 1376.
Muslim: 3/1686 hn. 2138; Ebu Dâvud: 4/290 hn.4960. Hadisin lafzı Müslime aittir.

Hiç yorum yok: